30 Ocak 2009 Cuma

Haklıymışsın Aziz'im...

Dün gösteriyor ki bu ülke insanları var olduğu her süreçte eşeklik yapma'ya ve kendi omuzlarına yüklenen yük'ün altında ezilmeye mahkumdur.

Sayın!!! Başkaban RTE'ın, Davos'taki tutumu, sanki ülke'nin Avrupa şampiyonasında attığı gol gibi sevinçle karşılanmış, ve ülkeye gelişinde havaalanı'nda özel taraftarla karşılanmasına neden olmuştur.

Ne demişti kendileri; ''O da suçluluk psikolojisinin bir gereği. Suçlu olan bağırır. Suçun yoksa niçin bağırıyorsun''. Peki sorarım ey Tayyip; sen bu ülkede, işçine, ziraatçine, bankacına, herkese sana bir soru yönelttiklerinde bağarmıyor musun? Onları adeta azarlamıyor musun? Hani Erkeksin, hani Kasımpaşa'lısın ya toz kondurmuyorsun, peki sen bunları yaparken, karşındakine suçlular inkar etmek için bağarır derken, farkın ne oluyor bu durumda?

Seçim'e 2 kala bu tutumu kendisine büyük oy'lar ve itibar kazandırmıştır, ama gelin görünki benim güzel zavallı ülkem, en zayıf halka olmaktan öteye gidememiştir.

Sanırım devir değişti, artık 1 doğru 4 yanlışı götürüyor...

Konu'nun başlığıyla alakalı olarak üstad Aziz Nesin'in o zamanlar bile anladığını şimdi anlamayanlara ithafen yazdığı nadide eseri, AH BİZ EŞEKLER.

Okumayan varsa mutlaka okusun.

Ah Biz Eşekler


Bu hikaye, yurdumuzda basın ve söz hürriyetinin, yalnız kâğıt üstünde yazılı bir süs olarak bırakıldığı, aydınların konuşamaz duruma getirildiği günlerde, halkı bu duruma düşüren ve gerçekleri ancak kendi başı belaya girince söylemeye çalışıp da, artık söyleme olanağı da bulamayan Kara aydınları yermek için yazılmış ve yine o günlerde yayınlanmıştır.

(“Ah biz eşekler” hikâye kitabı ilk kez 1958 de 8000 adet basılmıştır- Yukarıdaki not hikayenin başına Aziz Nesin tarafından o tarihte konulmuştur.)


Ah biz eşekler. Ah biz eşekler..
Biz eşek milleti de eskiden siz insan milleti gibi konuşurmuşuz. Bizim de kendimize özgü bir dilimiz varmış. Konuşmamız, müzik denli güzel, uyumlu, kulağa tatlı gelirmiş. Ne güzel konuşur, ne türküler söylermişiz. Biz eşek olduğumuzdan; sizler gibi insanca değil, eşekçe konuşurmuşuz. Ama eşekçe, yumuşak, tatlı, uyumlu zengin bir dilmiş.
Biz eşek milleti eskiden şimdi olduğu gibi anırmazmışız, sonradan anırmaya başlamışız.

Şimdi, biliyorsunuz, bütün isteklerimizi, duygularımızı, algılarımızı, acılarımızı, sevinçlerimizi, birbirimize ve siz insan efendilerimize anırarak anlatmaya çalışıyoruz. Anırmak nedir? «Aaa-ii, Aaaa-ii» diye arka arkaya bir kalın, bir ince, ağızdan iki uzun heceli ses çıkarmak. Anırmak işte bu... Bizim o zengin dilimiz, şimdi kala kala, bu iki heceli tek sözcüğe kaldı. Bir yaratık, bütün duygularını tek sözcükle nasıl anlatabilir! ...
Nasıl olup DA o zengin eşekçe ölmüş, bir ölü dil olmuş, sonra biz eşekler anırmaya başlamışız; bunu merak etmiyor musunuz? Merak ediyorsanız anlatayım. Kısacası, bizim dilimiz tutulmuş. Korkunç bir olayla aklımız başımızdan gidip de, dilimiz tutulunca, eşekçeyi tüm unutmuşuz. O günden sonra da yalnız anırarak, iki uzun heceyle bütün duygularımızı anlatmaya çalışmışız.

Biz eşeklerin dilimizin tutulması, epeyce eski bir olaydır.
Eski kuşaktan bir yaşlı eşek varmış. Bir gün, bu eski kuşaktan yaşlı eşek, kırlarda tek başına otlamaktaymış. Hem otlar, hem eşekçe türküler söylermiş. Bir ara burnuna bir koku gelmiş AMA güzel bir koku değil, Kurt kokusu ...
Eski kuşaktan eşek, burnunu yukarı dikip, havayı derin derin koklamış. Hava, keskin keskin Kurt kokuyormuş.
Yaşlı eşek,
- Yok canım, Kurt değildir... Diye avunup otlamağa başlamış. Kurdun kokusu gittikçe artıyormuş. Belli ki Kurt yaklaşıyor. Kurt yaşlaşıyor demek, ölüm geliyor demek...
Eski kuşaktan eşek,
- Kurt değildir, Kurt değildir... Diye kendini avutmuş.
Ama kurdun kokusu da gittikçe ağırlaşıyor. Yaşlı eşek, hem korkuyor, hem de oralı değilmiş gibi görünerek, kendi kendine,
- İnşallah Kurt değildir. Kurt buraya nereden gelecek, nereden beni bulacak?.. diyormuş. Böylece kendi kendini avutma içindeyken kulağına sesler gelmeye başlamış. Ama güzel ses değil, Kurt sesi... Yaşlı eşek kulaklarını dikip sesi dinlemiş; evet Kurt sesi...
Gönlü bir türlü kurdun gelmesine razı olmadığından,
- Yok canım, bu ses Kurt sesi değil, bana öyle geliyor... Der, otlamaya devam edermiş. Ama ses de gittikçe yaklaşıyor... Eski kuşaktan eşek yine avunurmuş:
- Kurt değildi. Hayır, bu ses Kurt sesi olamaz! O korkunç ses, büsbütün yaklaşmış. Eşek kendi kendine söylenirmiş:
- Yok, yok... Dilerim bu Kurt olmasın... Kurdun işi yok da, buraya mı gelecek! ...
Bir yandan da yüreğini korku sardığından gözü çevresindeymiş. Bir de bakmış; karşı dağın tepesinde, sisler, dumanlar içinde bir Kurt ...
- A-ah, demiş, bu benim gördüğüm, Kurt değil, başka bir şey...
Başını otlara sokmuş.
- Bana öyle geldi galiba, hayal gördüm. Evet, evet, hayal olacak ...
Az sonra, çalıların arkasından koşan kurdu görünce, korkusu artmış. Ama kurdun gelmesini hiç istemediğinden, yine kendi kendisini kandırmaya çalışıyormuş:
- Kurt değildir, inşallah değildir. Başka yer kalmadı da burasını mı buldu gelecek? Gözlerim iyi seçmiyor da ondan... Çalıların gölgesini Kurt sandım .
Kurt yaklaşmış. Aralarında eşek adımı ile üç-dört yüz adım kalmış.
Eski kuşaktan eşek,
- Aman Tanrım, yoksa bu gelen gerçekten Kurt mu?.
Hayır, olamaz. Olmamalıdır, Ah... Yok, yok, Kurt değil... Diye inlemeye başlamış.
Kurtla aralarında elli adım, kalınca, o yine avunuyormuş:
- Şu karşımda gördüğüm yaratık Kurt değildir inşallah. Canım, NE diye Kurt olsun... Belki devedir, belki fildir, belki de başka bir şey, belki de hiçbir şeydir. Ben de her şeyi Kurt görmeye başladım.
Kurt sırıtarak yaklaşmış, yaklaşmış. Aralarında ancak birkaç adım kalınca, yaşlı, eşek,
- Biliyorum, bu gelen Kurt değil, evet Kurt değil, ama ben şuradan azıcık uzaklaşsam kötü olmaz.. demiş. Başlamış yürümeye. Başını geri çevirip bakmış, Kurt sırıtarak, ağzının suları akarak arkasından geliyor. Eski kuşaktan eşek yakarmaya başlamış:
- Ulu Tanrım, bu gelen Kurt bile olsa, Kurt olmasın ne olur... Kurt değil canım, ben de boşu boşuna korkuyorum.
Böyle deyip adımlarını açmış. Kurt da onu izliyormuş. Kart eşek koşmaya başlamış. Kurt DA onun ardından koşmuş...
Eşek,
- Ah, ben de ne budalayım... diyormuş, Yaban kedisini Kurt sanıp kaçıyorum. Hayır, Kurt değil...
Ayaklarının var gücüyle kaçıyor, bir yandan DA içinden şöyle geçiyormuş:
- Kurtsa da Kurt değildir... İnşallah değildir. Yok canım, ne diye Kurt olsun ...
Başını çevirip arkasına bakmış, kurdun gözleri ışıl ışıl yanıyor. Eşek dört nala kaçar, hem de,
- Vallahi de kurt değil, billahi de kurt değil.. Allah belamı versin ki kurt değil. diye söylenirmiş.
Eşek kaçmış, kurt kovalamış. Kuyruğunun dibinde, kurdun kızgın kızgın solumasını duyunca, yaşlı eşek kendi kendine,
-Bahse girerim ki bu kurt değil.. Kuyruk altımda solumalarını duyduğum bu yaratık kurt olamaz... diye söyleniyormuş.
Kurdun ıslak burnu, eşeğin apış arasına değince, yaşlı ,eşek de sıfırı tüketmiş. Bir de başını çevirip bakmış; kurt, üstüne atıldı atılacak.. Artık adım atacak gücü kalmayan kart eşek, kurdun sert bakışları altında kıpırdayamaz olmuş; oracıkta kalmış. Kurdu görmemek için gözlerini yumup,
"-Kurt değil canım, boş ver... İnşallah değildir. Sanki ne diye kurt olsun" diye kekelemiş.'
Kurt, sağ kabasına bir pençe atınca, oracığa yıkılan eşek, - Biliyorum, biliyorum, sen kurt değilsin. Arkamla oynama, gıdıklanıyorum. El şakasını da hiç sevmem.. demiş.
Azgın, aç kurt keskin dişleri ile eşeğin sağrısını ısırmış, -budundan büyük bir parça koparmış. Can acısıyla yere yıkılan eşeğin birden dili tutulmuş. Bildiği eşekçeyi, korkudan unutmuş. Kurt, boynuna, gerdanına saldırmış. Eşeğin her yanından kanlar fışkırmaya başlamış. İşte ancak o zaman eşek,
- Aaa kurtmuş... Aaa o imiş... Aaa, o imiş!... diye bağırmaya başlamış. Kurt onu parçalar, o da dili tutulduğundan, yalnız:
- Aaa, o imiş ... Aaa, Oo-ii". Aaa-iii. .. Aaa·iii! diye bağırır, inlermiş.
Kurdun dişleriyle parçalanan eski kuşaktan eşeğin dağı, taşı inleten son sözlerini bütün eşekler duymuşlar:
Aaaa-iii, aaa-iii ...
İşte o günden sonra, biz eşek milleti, konuşmasını, söylemesini unutmuşuz, her duygumuzu, her düşüncemizi, anırtı ile anlatmaya başlamışız. O eski kuşaktan eşek, tehlike kuyruk altına girinceye dek, kendini avutup, kandırmamış olsaydı, bizler de konuşmasını bilecektik.
Ah biz eşekler, ah biz eşek milleti: Aaaa-i, aaa-iiii

Aziz NESİN

Bütün Basın Traş, FORZA BEŞİKTAŞ!.


http://fanatik.ekolay.net/fanatik/FUTBOL-Dikkat!-Dikkat!_4_Detail_27_124654_1.htm
Beşiktaş taraftar sitesi Forza´nın başlattığı kampanya Galatasaray ve Türk futbolunun başına ciddi dertler açabilir...

UEFA’da uzun süre hukuk kurulunda görev yapan Türkiye Futbol Federasyonu eski Başkanı Levent Bıçakcı’nın, “Galatasaray-Sivas maçında Sarı-Kırmızılı taraftarların Balili’ye yönelik yaptıkları tezahüratlar UEFA’nın kulağına giderse, başımız ciddi şekilde derde girebilir” demesinin ardından daha 24 saat bile geçmeden dün çarpıcı bir gelişme yaşandı. Beşiktaşlı taraftarların internet ortamındaki buluşma adresi Forza’nın forumlarında bir taraftar, Galatasaray’ın UEFA’ya şikayet edilmesi için kampanya başlattı. Kısa sürede büyük ilgi gören kampanya duyurusunda, UEFA’nın telefon ve faks numaraları yer alıyor.

UEFA bu konuda çok hassas
Beşiktaşlı taraftarların Galatasaray’ı UEFA’ya şikayet etme gerekçesi, Sivassporlu Balili’ye yapılan ırkçı tezahüratlar. Geçtiğimiz salı günü oynanan Galatasaray-Sivas maçının son anlarında ortam iyice gerilmiş ve kapalı tribünden, “Kahrolsun İsrail, o... çocuğu Balili” sesleri yükselmişti. Gözlemci raporuyla Futbol Federasyonu’nun kayıtlarına bu tezarühatın ‘ırkçı değil siyasi’ şeklinde geçtiği bildirildi. UEFA, Beşiktaşlı taraftarların şikayetini dikkate alırsa, olayı Türkiye Futbol Federasyonu aracılığıyla soruşturma açacak...

Forza'daki Yazı;

Arkadaşlar,

UEFA'nın ırkçılık çalışmalarında FARE (Football against racism in Europe) ismindeki bir organizasyon ile beraber çalıştığını öğrendim.
Kaynak : http://www.uefa.com/uefa/keytopics/kind ... 49923.html

Onların kontak bilgileri de,

http://www.farenet.org

Avusturya;
Michael Fanizadeh, Markus Pinter, Kurt Wachter.
FairPlay – VIDC
Möllwaldplatz 5/3, A-1040 Vienna, Austria.
Phone: ++43-1-713 35 94-90,
Fax: ++43-1-713 35 94-73,
Email: fare@vidc.org
Web: http://www.fairplay.or.at

İngiltere;
Email: Info@kickitout.org

Almanya;
demballegal@t-online.de

Diğer ülkeleri de şurdan görebilirsiniz; http://www.farenet.org/default.asp?intPageID=23

NTV Spor'da eski TFF Başkanı Bıçakçı üzülerek dile getiriyor; UEFA'da hep övünerek bir bizde ırkçılık yok derdik, Balili'ye karşı yapılanlar bizi zor durumda bırakabilir!

BIRAKSIN!

Türkiye'de bir futbol takımının taraftarı resmen ırkçılık yapmıştır, hem bu ülkede hem UEFA nezdinde en ağır şekilde bu cezasını görmelidir. Beşiktaş'ın üstüne bu kadar gelinen bir ligi sabote etmek şereftir.

Dear Officials and Executives,

I am a football lover in Turkey and I appreciate your efforts to improve the quality and the nature of the game.

Some of you might remember, as Beşiktas fans, we sent you complaints lately about the way Turkish football managed by the Federation and the Referee Committee. The rules and procedures are practised differently to some teams than others.

One of those teams, Galatasaray, which we believe protected by the Federation and Referees, played a Cup match against Sivasspor on its home ground on 27th January 2009. Sivasspor's Jewish Player Pini Felix Balili was the target of the most racist slogans during the match. Those slogans, lasted till he left the green pitch, were performed by the whole stadium. One example to those slogans were:
"Down with Israil, Son of a b.tch Balili"

The regulation for Turkish Football Federation says "if the slogan consists of a racism, the club will be punished by playing its next match without fans".

Witnessing so many double-standards in Turkish Football lately, we do not have any belief in that our local Football Federation will do what is stated in the regulation. An update to prove our worries, was Turkey's ex-director of Football Federation's (Levent Bıçakçı) speech on NTVSpor, a local Sports channel. The speech was something like "this is the most sensitive topic for UEFA and it may cause serious trouble, so the media should not mention it very often".

Knowing that UEFA is totally against Racism, we do hope you will take this e-mail into consideration and do the follow-up and see if the necessary actions are taken against racism bu Turkish Football Federation.

Best Regards


UEFA
Tel: +41 (0) 848 00 2727
Fax: +41 (0) 848 01 2727
Email: info@uefa.com

www.forzabesiktas.com

burakguven@forzabesiktas.com

26 Ocak 2009 Pazartesi

Cimbakuka?

Efendim bendeniz'in blog'unun ismini de taşıyan pek değerli Cimbakuka sıfat'ını, içimizden pek değerli arkadaşlarım, bir türlü söyleyememekte, zaten yeterince absürd olan bu ad'a daha da anlamsız fiilimsiler eklemekte ve dalga geçmektedirler.

Bu kişileri kınım kınım kınamakla birlikte, eğer bu üslublarını devam ettirirlerse, Türk Dil'ine hakaretten dava açabilme hakkımın olduğunu kendilerine hatırlatırım.

Kelime'nin hiçbir anlam ifade etmediğini düşünenlere, tdk'dan kapı gibi kanıt;

cimbakuka

sf. (ci'mbakuka) Çelimsiz ve biçimsiz (kimse).

Güncel Türkçe Sözlük ...

http://tdk.org.tr/TR/SozBul.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF05A79F75456518CA

Akıllı olun!!!

:D

(onlar kendilerini biliyor...)

24 Ocak 2009 Cumartesi

Vurulduk ey halkım, unutma bizi!...



Uğur İçin...

Uğur için ölüm yıldönümlerinde yazılar yazmıştım.


2004...

''Aradan 11 yıl geçti...

Sözümüzü tutabildik mi?..

Halimize bakan ağlamaklı olur, Uğur'u sevenlerin dağınıklığına diyecek yok!..

Uğur adına her yıl 24 Ocak'ta toplantılar düzenliyoruz; konuşuyoruz...

Sonra dağılıyoruz.

Uğur evliya gibi oldu...

Evliya türbelerinde mum yakmak, dinsel göreneğin edilgin eylemidir.

Uğur için bir mum yakmak başka şey...

Sürekli eyleme katılmak, alın teri dökmek, örgütlenmek, kurumlaşmak, amaçlarımızın kıblesine doğru yürümek, Uğur'un ömrü boyunca savunduğu fikirleri hayata geçirmek için ortak bir güç oluşturmak, demokrasi ve devrim yolundaki kişi için bir mum yakmak demektir.

'Sen de bir mum yak!...'

Ama mumun alevindeki titreşimlere bakarak duygulanmak yetmez...

Yalnız mum yanmasın.

Sen yanmasan, ben yanmasam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa..."

**

2006...

''İnanılır gibi değil, Uğur'un 13'üncü ölüm yıldönümü gelmiş çatmış...

Zaman nasıl geçiyor?..

Hayyam 'ın dediği gibi:

Ömrümüzden bir gün daha geldi geçti;

Dereden akan su, ovada esen yel gibi.

İki gün var ki dünyada, bence ha var ha yok:

Gelmeyen gün bir, geçip giden gün iki.

Gözlerimi kapıyorum, Uğur'un iki fotoğrafını yan yana görüyorum: Biri Ankara Hukuk Fakültesi'nde öğrenciyken, öteki durmuş oturmuş bir yazarken...

Cin gibi, nüktedan, neşeli, savaşımcı, araştırmacı, kalem sahibi Uğur...

Hayatta olsaydı Türkiye'nin bugünkü haline baktıkça oturup ağlardı Uğur...

Ama, bir an bile umutsuzluğa kapılmaz, ön safta görevini üstlenirdi.''

2007...

''Kim söylemişti?..

- Zaman geçmiyor, biz geçiyoruz...

Kaç yıl geçti?..

14!..

Ondört yıl az buz bir zaman değil, 1993'ten 2007'ye varıncaya dek insanlık başdöndürücü bir hızla yaşadı, dünya küreselleşti...

Terör tırmandı..

Tırmandı..

Tırmandı..


**

2008


Terör sürüyor...

Dünya çürüyüp dökülüyor...



**
ve 2009;

Ne değişti diye sorarsak,

Cevap koskoca bir HİÇ!...

''Uğur bugün yaşasaydı çok da üzülürdü...

Niçin?..

Aradan geçen 16 yılda medyanın nereden nereye geldiğini, adına 'gazeteci' denilen kimilerinin nasıl değiştiklerini görüp kahrolurdu...

21'inci yüzyıla giren Türkiye'de 'sarı basın kartı' nın 'basın' ı gitti...

'Sarı' sı kaldı!..''

Unutmadık, Unutmayacağız....

“Vurulduk ey halkım unutma bizi”

İnadına türküler söylenir

Ölüm ona, o ölüme yakın

Müjdelenir haberi

Susturuldu, susturuldu diye,

Güne karşı zaman kekeme

Bir soru takılır geceye;

Kalemi-gözlüğü de parçalandı mı? diye

Çoğul duygularım yırtıldı bu gece

Savurdum karşı yakaya; MEMLEKETE

Ey Avrasya susma, susma, haykır diye.

Yağmur hiç durmadan yağsın bu gece,

Kendi sesini kemiren meydanlarda,

Kalemine yaraşır gürül gürül sözler bulunsun,

Dalga dalga sesler gelsin,

Aydınlık gelsin bilincime.

Bu gece bir kardelen koyun Uğur’un başucuna

Kalemini dikin çağlayan meydana,

Bahar da tomurcuklansın,

Çiçek açsın diye...

23 Ocak 2009 Cuma

Gazze Ağlamasın...

Lafla değil icraatle birşeyler yapmak isteyenlere...

22 Ocak 2009 Perşembe

ollallaa blogmania... vol.1



Geçtiğimiz pazar günü malum bir kaçın(m)ız'ında bildiği gibi, blog aleminin pek değerli, höşmetli, saygı değer insanlarının bir kısmıyla tanışma/buluşma ve muhabbet imkanı bulduk.

Her ne kadar ortama geç girsemde, sanki uzun zamandır tanıyormuşum gibi muhabbetlerine doyum alamadığım bu güzel dostlarla vakit geçirmenin ayrı zevki vardı içimde.

Bu güzel günü paylaştığım herkese gerçekten teşekkürler.

Sırasıyla;

Tüli'm;

Herşeyim:) Bakma sen bunların mayıs muhabbetine, asparagas o:)


Dostum Yalnızlık;

Varlığın yetiyor be kardeşim, ama blog'unun adamı ol, duygusal muygusal değilsin kabul et Allah'ın şoparı :)


efsa;

Antalya'dan getirdiğin sıcak sohbetin'in yanına eklenen neşenle apayrı bir güzellik kattığın için teşekkürler. Her ne kadar topuzu elimize versende, güzeldi be :)

Hihihi...

beenmaya;

Muhabbetin, bilgin ve güleç yüzün ile ortama başka bir tad kattın, tanımaktan gerçekten memnun olduğum nadir insanlardan biri oldun. Umarım hayatındaki o 7-8 saatide birgün hatırlar bizimle paylaşırsın, seni halay başı seni :)))))

Arzu;

Kapitalizm'in ülkemize kazandırdığı nadir öğretmenlerden belkide en nadidesi :)))
Şaka bir yana, yanımıza iyiki uğradın ve bilgilerini bizimle paylaştın, öğrenecek çok şeyleri olana yönlendirebileceğim ilk insanlardan birisin sanırım ama ücretsiz hocam aman heee :))

Memnun oldum efendim...

noni;

hernekadar çok fazla muhabbet etme fırsatımız olmayıp erken kaçsanda en azından güler yüzünle kattığın pozitiflik için teşekkürler.

He bide saçların için sakın şikayet etme, kelliğe adım atmış biri olarak hemen sipariş verebilirim kurtulmak istediğinde :)))))


Ve bendeniz;

Hoşbulduk efendim :)

Güzel günden arda kalan bir kaç foto...












Bitmedi dahası var... :)))

21 Ocak 2009 Çarşamba

Keşf-i alem, mimlen babam mimlen...

Hala işyerinde mesai'de olmama rağmen sevgili ırmantik arkadaşımız perikizi'nin sağ açıktan yaptığı mimlemesine ortayı alıp depara kalkıyorum.

Konu'nun yeni keşifleriniz olduğunu duyduğumda hani hali hazırda kolay aklıma gelen şeyler olmadığını düşünüverdim bir anda.

Ama saksı'yı çalıştırdığımda ilk aklıma gelenler;

* Bende istemeden panik atak oluştuğunu, atağın daha sonra ilginç bir şekilde sinire dönüştüğünü ama bu sürecin 1 dakika bile sürmediğini,

* İşyerindeki pratik düşüncelerimle en az 1 saatlik işi 15 dakika'da halledebildiğimi ve excel'de onu tasarlayan kadar iyi bir hale geldiğimi,

* Fotoğraf çekerken tüm hayatla bağlantılarımın koptuğunu,

* Çevremdekilere aşırı derecede değer verdiğimi ama zaman zaman bu insanları 1 ay bile telefonla dahi hiç bir sebep olmadan aramadığımı,

* Geceleri daha iyi düşünebildiğimi, ama bu düşünceleri ancak sabah kağıda dökebildiğimi,

* Çok yorgun olduğumda, 1 dakika önce koyduğum birşeyin yerini akıl almaz şekilde unutup dört döndüğümü,

* Çok fazla uflayıp pufladığımı,

* Ezber'imin aşırı derecede kuvvetli olduğunu, 200 sayfalık ders kitabını 1 gecede okuyup sınava girdiğimde çok başarılı olduğumu,

* Blog olayına geç girmeme rağmen çok hoşuma gittiğini,

KEŞFEDİYORUM :))

Dalağım şişti depara burda son verip, yerden kısa bir pasla bu mim'i Ruh-u Müdafaa 'ya ve tinimini hanım'a gönderiyorum...

iyi orta gol getirir ;)

20 Ocak 2009 Salı

Garip Haller Vol.1

Tıklayınca başlayan dünyadan bazı şarkılar var,
bilinçüstü ve adeta gerçek altı.
Do'yu iyi biliyorum da, si'den sonra tekrar görünce hep şaşırıyorum.
Genelde beynimin içindekiyle sadece karnımı doyurduğumdan olsa gerek,
giden değil de bu aralar gelen trene el sallıyorum.
Bir yerlerde bir aksilik var? ne de olsa çözeceğim ama neyse ki artık raylara para koymuyorum.
Ama aşacağız, ağlı dikenlere sarsalar da kaçışlarımızı; kızıl çiyanlara da yedirseler esir ruhlarımızı, kaçacağız....
Siyah ruh emiciler pusudalar, şehrin en ahfaz karanlığına gömmeden soytarı cesedlerimizi,
Biz, gün şarapken kaçacağız.
Sıkın tutun ey dost...

19 Ocak 2009 Pazartesi

Hrant Dink'in ardından...


301'i "anlaşılır" bir gözü karalık ve ürkeklikle savunan yasa yapıcılar ve Hrant'ı mahkeme kapılarında salyalarıyla karşılayan Kerinçsiz ve şürekası hedef gösterdiği için artık Hrant Dink diye bir melek yok bu ülkede.

Hrant koruma talep etseymiş, kendisinin bu talebi karşılanacakmış, diye söylemler vardı. Bu ülkede, egemen siyasete itirazı olan hangimizin korumaya ihtiyacı yok Allah aşkına. Daha Hrant'ın öldürülüşü üzerinden üç saat geçmişti ki, Ankara'da yüzlerce kişi basın açıklaması için yürüyüşe geçtiğinde, omzunda çantasıyla bir memur, acılı kalabalığın karşısına dikilip, "s..tirin ulan bu memleketten!" diye bağırıyordu. Basın açıklaması bitene kadar, defalarca benzer tacizler yaşandı. Öfkeli olduğu belli olan bir kitlenin karşısına dikilip küfrü basacak cesareti nereden buluyor sizce bu insanlar? Kim bu harekatı sürdürüyor yıllardır?

İstanbul valisi, o tiyatro oyuncusu edasıyla Hrant'ın katilinin yakalandığını muştularken, hayatımızı avuçlarının içinde hissetmek için TBMM'den çıkarılmaya çalışılan ve yetkilerini kısıtlamayı öngören yasa tasarılarını "bir şekilde" bertaraf eden güvenlik güçlerine, yüzünde en ufak bir utanma ifadesi olmadan veriyordu müjdeyi: Mobesee kameraları için açılan ihale bir an evvel son bulacak ve güvenliğimiz tamamen sağlanabilecek!

Zaten cinayet gününden bu yana, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, hükümet ve bürokrasi cephesinden gelen açıklamalarla ağzımız açık, televizyonun karşısına mıhlanmışken, Güler'in o gergin göğsünü daha da gererek müjdesini verdiği Mobesee kameralarından biri Hrant'ın tepesinde olsa, dünya alemi iplemediği her halinden belli olan katil, tetiğe basmadan dönüp gidecek miydi yani.

Kameralardan korkmak için korkak olmak gerekiyor. Oysa Hrant'ın genç katili, bu memleketin muktedirleri, yasa yapıcıları, güvenlik güçleri, yaygın medyası ve linç olaylarını "halkın doğal tepkisi" olarak yorumlayan polis amirlerinden cesaretini alıyordu. Yüzünü saklama gereği dahi duymayan, görevini ifa ettikten sonra arkadaşlarıyla bilgisayar oyunu oynamak üzere otobüse atlayarak evine dönmeye çalışan "sıradan" ve son derece cesur bir katildi O.S. Muhakkak "gizli" azmettiriciler vardır ama esas azmettiriciler, belki utanmadan cenaze törenine katılacak olan, hepimizin malumu zevattır.

Hrant kameralardan korkuyor, "artık çok tanınıyorum" diye yakınıyordu son yazısında. Onun katili ise kameralardan korkmuyordu. Çünkü "kendi evinde", bir yabancıyı öldürüyordu. Hrant zinhar reddediyordu ama, evet, kabul edelim ki o bir "rehineydi" ve bu ülkede asıl güvercinleri vururlardı...

16 Ocak 2009 Cuma

Sayın yetkili, ilgili, vesaire.

Bu yazınında ilgili kişiler tarafından okunduğunu düşünerekten;


Bahsi Geçen konu ile ilgili olarak;

Sayın yetkili,

Bu Blog tüm herkese açık bir blog olup, kişiler yazı yazma ve fikir verme özgürlüğüne sahiptir. Yorum yazan kişilerin gerçek adları belli olmamakla birlikte, kullanılan nick name (sanal isim)'lerin hiç bir şey ifade etmediği aşikardır.

Bu yüzdendir ki, bu sayfalar hiç kimseyi bilerek töhmet altında bırakmamış olup, yazıların doğruluğu ve yanlışlığı tartışmaya açık olduğundan, ilgili kurum'un kendi personeli için yapacağı yaptırımı üzerimize yıkmaya çalışmasına anlam verememiş bulunuyoruz.

Şahsım adı'na hiç bir bilgiye sahip olmadığımı beyan eder, yazılan yazının anonim bir yazı olduğunu ve mail ortamlarında defalarca kez dolaşıp en son bu sayfaya düştüğünü bildiririm.

Bahsi geçen firma'nın, çalışanları hakkında uygulayacağı hiç bir konu şahsımı ve blog'umu bağlamamaktadır.

Bilginize.

15 Ocak 2009 Perşembe

Nazım Hikmet'in Atatürk'e Mektubu...


Türk Ordusunu "isyana teşvik" ettiğim iddiasıyla "onbeşyıl ağır hapis"cezası giydim.Şimdi de Türk Donanmasını "isyana"teşvik etmekle töhmetlendiriliyorum.
Türk inkılabına ve senin adına and içerim ki suçsuzum

Askeri isyana teşvik etmedim.
Kör değilim ve senin yaptığın her ileri dev hamleyi anlayabilen bir kafam,yurdumu seven bir yüreğim var.

Askeri isyana teşvik etmedim.
Yurdumun ve senin karşında alnım açıktır.
Yüksek askeri makamlar,devlet ve adalet,küçük, bürokrat gizli rejim düşmanlarınca aldatılıyorlar.

Askeri isyana teşvik etmedim.
Deli,serseri,mürteci,satılmış,inkılap ve yurt haini değilim ki bunu bir an olsun düşünebileyim.

Askeri isyana teşvik etmedim.
Senin eserine ve sana,aziz olan Türk dilinin inanmış bir şairiyim.Sırtıma yüklenen ve yükletilebilecek
hapis yıllarını taşıyabilecek kadar sabırlı olabilirim.
Büyük işlerinin arasında seni bir Türk şairinin felaketi ile alakalandırmak istemezdim.

Bağışla beni.Seni bir an kendimle meşgul ettimse,alnıma vurulmak istenen bu "inkılap askerini isyana teşvik" damgasını ancak senin ellerinle silinebileceğine inandığımdandır.
Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin.
Kemalizm'den ve senden adalet istiyorum.
Türk inkılabına ve senin başına and içerim ki suçsuzum.

Nazım HİKMET

....................................................


Nazım Hikmet bu mektubunu Dolmabahçe Sarayında yatan Atatürk'e postayla gönderebilmek için,annesinin ya da Piraye'nin gelmesini bekliyordu ki, 17 ağustos 1938 günüHaluk Şahsuvaroğlu, ona İstanbul'a gideceğini,kitap falan istiyorsa getirebileceğini,postaya atılacak mektubu varsa atabileceğini söylemiş.Nazım Hikmet kendisini Erkin gemisinde kapatıldığı ayakyolundan kurtaran güverteye çıkıp hava almasını sağlayan Piraye'nin ailesi Altunizadeler'e komşu bir ailenin çocuğu olan bu genç subay'ın insanlığına güven duyuyordu.Atatürk'e yazdığı mektubu postaya atıp atamayacağını sordu.Olumlu yanıt alınca içini okuyabilmesi için kapatmadığı zarfı ona verdi.

Haluk Şahsuvaroğlu tarihsel değeri olduğuna inandığı bu mektubu,bir kopyasını çıkardıktan sonra postaya attı. General Ali Fuat Cebesoy'un(Nazım Hikmet'in dayısı) verdiği bilgiye göre, mektup,Dolmabahçe Sarayına gelmiş.Özel kalem de kayda geçmiş,Atatürk'ün yanına girip çıkabilenlerden İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'ya teslim edilmiş,ama hiçbir uygun zaman bulunarak Atatürk'e okunamamıştır. General Ali Fuat Cebesoy ne zaman Atatürk'ün yanına yaklaşmak istemişse, Şükrü Kaya onu "-şimdi vakti değil","-bugün uygun olmaz","hastalığı ağırlaştı"gibi sözlerle engellemiş. mektup adresine hiç ulaşamamıştır...!

14 Ocak 2009 Çarşamba

İyiki doğdun Mavi Gözlü Dev'im..




Senin şiirlerinle büyüdük biz üstad, senin hikayenle...

Hep memleket hasretiyle yaşarttın gözlerimizi, o nasıl bir sevgiydi... Yaşarken, kendi ülkenden sürgün yemek nasıl birşeydi... Birşeye aşık olup da, uzaktan böylesine deli gibi tutkulu olmayı öğrendik senden, sevmeyi öğrendik...

Sol tarafımız sensiz biraz daha acıyor bu aralar, kemiklerini sızlatmaya çalışıyorlar aldırma, uzakta olsanda seni hep yüreğimizle seveceğiz üstad...

İyiki doğdun Selanik'lim, iyi doğdun Mavi Gözlü Dev'im...

Nazım Hikmet RAN


15 Ocak 1902 - .........




"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ...

NAZIM HİKMET RAN

Bir Başkadır tüketici şikayetleri :)


Bugün etrafı kolaçan edip, maillere gazetelere bakarken, mail kutuma düşen e-postalardan birisi benim acayip hoşuma gitti.

Malumunuz hepimiz bir yerlerden eşyalar alıyoruz ve mutlaka bir zaman dilimi sonra onlarda hata çıkıyor ve gerizekalı teknik servis elemanlarıyla anamız babamız ile görüşmediğimiz kadar çok görüşmeye başlıyoruz.

Bu hikayede de, yine böyle bir vatandaş'ın aldığı bir üründen dolayı, ilgili firmaya attığı şikayet mail'i var. Sanırım hepimizin hislerine tercüman olmuş :)))



Bakalım neymiş o mail?

Vatandaş yazmış;

Vestel onyx flat 82 ekran 16:9 100 hz pip marka televizyonu 5 sene önce 2.100 ytl vererek satın aldım. bu süreç (1 yıl önce) içerisinde ilk önce konjektörü bozuldu. sebep olarak stand by konumunda bıraktığınız için bozuldu dediler. 260 ytl ücret aldıktan sonra tamir ettiler. ya sabır olur böyle şeyler dedim sineye çektim. bu arızanın üzerinden 1 yıl geçti. bu kez renkler gitmeye başladı. servis çağırdım. renk tüpü bitmiş 600 ytl dediler. bu durum, yenisi 1000 ytl civarı olan bir televizyonun, tüpü 600 ytl olunca çöpe at yenisini al demek. 82 yılında amcamın almanya'dan getiridiği itt schaub lorenz marka televizyon hala takır takır çalışırken vestel üretimi 2.100 ytl'lik televizyon çöp oluyor. avukat olsam sizinle uğraşırım. ama ben bu dünya da olmasa da öbür dünyada kesin çözüm yaratan başka bir yol seçiyorum.

Şimdi….bu televizyonu üretenin, yapım aşamasında çalışanın, kamyona koyup istanbul'a getirenin, mağazasına koyup müşterisine satanın, eve getirip kuran teknik servisinin, vestel reklamın da oynayan sanatçısının, o fabrikayı yapan mimar ve mühendisinin bu firmanın sahibi mehmet nazif zorlu olmak üzere ölü - diri tüm zorlu ailesinin...

Allah bin türlü belasini versin….. iki yakalari bir araya gelmesin…. fabrikalari yansin, ocaklari batsin….. kuru ekmeğe muhtaç kalsin….. kestiği kurbanlar ettiği dualar kabul olmasin… mezarlarina bir tas su döküp, fatiha okuyan olmasin….. cehennemin en dibinde cayir cayir yansin….. vatandaşta sattiği çürük malin parasiyla satin aldiği uçaği düşsün, yati batsin….. soyu kurusun…. arayani sorani olmasin……

Amentü birsin ve billahi nursun. bütün müsibetlerin vestel'in üzerinde dursun.

Eveet. şimdi rahatladim.

Gelelim benim gibi 'yerli malı yurdun malı herkes bunu kullanmalı' düşüncesi ile yaşayan ulusalcı öküzlere....

araştırmadan sormadan, en azından
www.sikayetvar.com'da ki vestel hakkında yazılanları okumadan 2.100 yytl verip bu televizyonu alan birisi olarak, öküz olduğumu kabul ediyorum, ama günün birinde bu aile'ye (zorlu) mensup birisiyle karşılaşırsam, burnunun üzerine kafayı koyacağımı buradan taahüt eder, şimdiden yaptığım bu açık tehdit'i yetkili savcılıklara bildiririm. ayrıca allah kısmet ederse bu yaz tatilinde çeşme'ye giderken, üşenmezsem arabanın bagajına televizyonu koyup vestel fabrikasının kapısının önüne atacağım. o fabrika da bu televizyonu üreten herkesin münasip bir yerine sokacakları kadar un ufak edip hediye olarak bırakacağım. tabii en büyük parça mehmet nazif zorlu'ya.. vestel kullanıcısı bir müşterisinden hatıra olarak.

Bu yazdiklarima ilaveten yok biz doymadik bi de küfür ve dayak yemek istiyoruz diyorsaniz adresim de telefonum da gerçektir. yiyorsa arasiniz. sizden bu durumu düzeltmeniz için birşey de istemiyorum. zira firma olarak zaten böyle bir vizyonunuz yok. mali satana kadar sizin işiniz. allahin babadağli basmacisindan elektronik devi olursa bu kadar olur zaten,

Allah sizi bildiği gibi yapsın...


Tek kelimeyle mütiş :)))

13 Ocak 2009 Salı

4X4 Mim....

Sevgili! Yalnızlık yine mimleyecek birini ararken beni bulmuş. Hafta içi mim'leri insanı biraz zorluyor, bir yandan iş, bir yandan mim zor valla :)

Bakıldığı zaman bu seferki mim'de öyle çok çok basit bir mim değil ama elimizden geldiğince cevaplamaya çalışalım.

Şimdi ne sormuşlar sırayla bir bakalım.


YAPTIĞIM 4 İŞ :

* Finans - Mali İşler. (beni ayakta tutup geçimimi sağlayan, hani seviyorum da dediğim işim)

* Fotoğraf Çekmek. (Amatörlükten profesyonelliğe, ordanda tutkuya dönüşen bir olgu benim için)

* Sevdiklerimin yanında olmak. (Bu gezmek olarak da algılanabilir, manevide)

* Maç'a gitmek. (İnöni Stadı'nın büyüsünü içime çekmeden yaşamam zor :)

DEFALARCA İZLEYEBİLECEĞİM 4 FİLM :

* Transpoting

* Butterfly Effect

* Burn Identity

* Schindler's List

YAŞADIĞIM 4 YER:

* İstanbul

* Erdek - Ocaklar

* Burgaz Ada (her ne kadar İstanbul olsada)

* Madrid (ölmeden gideceğim mutlaka)

İZLEDİĞİM 4 TV PROGRAMI

* Avrupa Yakası

* Çok Güzel Hareketler Bunlar

* Elveda Rumeli

* Not Defteri

TATİL İÇİN GİTTİĞİM 4 YER:

* Kuşadası - Efes - Şirince

* Erdek - Ocaklar

* Pamfilya

* Zonguldak - Krd. Ereğli

EN SEVDİĞİM 4 YEMEK:

* Izgara Çeşitleri

* Nohut

* Yaprak Sarma

* Pilav - Yoğurt ikilisi.

HEMEN ŞİMDİ OLMAK İSTEYECEĞİM 4 YER

* Madrid

* İzmir

* Yunanistan - Selanik

* Olympos

BİR YAĞMUR DAMLASI OLSAYDIM DÜŞMEK İSTEYECEĞİM 4 YER :)
*Sevgilimin Kucağına...

* İnsanlık adına sığ olan bir baraj'a...

* Kapıdağ'a. (memleketimin üstüne düşeyim damla damla)

* İnönü Stadı'nın çimlerine. (beni oraya gömün)

Ve böylece bugünkü mim'inde sonuna geliyoruz yayında ve yapımda emeği geçenlere çok teşekkür ediyor ve bu mim'i yerden kısa bir pasla, Elif..den ve Bekriya ikilisine paslıyorum. :)

İyi mimlemeler efem :) ...

12 Ocak 2009 Pazartesi

Yaşıyorum...


Merhabalar sevgili blog alemi yoğun bir hastalığın ardından kaldığımız yerden devam ediyoruz en sonunda.

Bu süreçte insan kafasında pek fazla bir şey üretemiyor, ye iç yat kalk sonra gene ye iç yat kalk, aman sizlerde dikkatli olun, hastalık fena birşey, benim gibi bir adamı hafta sonu eve kapadı valla.

Neyseki gezmeler tozmalar serisine bugün kaldığımız yerden devam ediyoruz, Akşam saygıdeğer Yalnızlık ve Tüli'mle Çok Güzel Hareketler Bunlar'daki yerimizi alacağız, eğlenmeyi özlemişiz yahu. daba daba dab dab daab :)

Hafta sonu içinde güzel planlar blog'daki bir diğer arkadaşımızı bekliyor olacak :)

Kolay gelsin herkese, pazartesi stresini tez vakitte aşasınız inşallah...

7 Ocak 2009 Çarşamba

The person you have called...


Adında anlaşılacağı gibi, aradığınız kişi şu anda 20'lik dişi'nin verdiği o müthiş ızdırabın diş etlerine yayılmasının yanında, sinüzitinin azıp beyninin yerinden çıkmasınamı yansın yoksa 2 gündür, hapşırık, tıksırık, bilimum aksırıkların oluşturduğu meşhur ÜSYE (üst solunum yolu enfeksiyonu)'sinemi yansın.

Yada tüm bunlara rağmen iş başında olması gerektiğinemi.

Hastayım dostlar, yatasım var... :(

6 Ocak 2009 Salı

Ben köyümü özledim...


Efsa hanım kendi sayfası'nda mimlerini yazarken, nerede yaşamak istersiniz kısmına Adrasan yazınca bir anda aklıma, yaz tatili, cennet ferahlığı, poyraz'ın hiç eksilmediği memleketim Balıkesir'in Ocaklar Beldesi geldi..

Küçüklüğüm, bebekliğim, tüm yazlarım'ın, en azından 1 hafta geçtiği (eskiden bütün yaz'dı) bu mekan'ın adeta fetişistiyim desem abartmış olmam. Sabahları kalkıp fırın'dan taze çıkmış cevizli ekmeğin yanında,beyaz peynirle aranje edilmiş, daha yeni koparılmış mis kokan domatesi, biberi, salatalığı, bal kaymağı ve hakiki zeytinayağı ile harmanlanmış zeytinleri... Yok böyle bir kahvaltı derler ya hani, işte o hesap. Karnın doyduğunu hissettiğin anlarda çıkıp sahilde bi iki tur ve soğuk birşeyler, güneş'in kavurmaya başladığı anda kendini kapıdağ'ın masmavi koyuna bırakma, akşam serinliği ve poyraz'ı başlarken tekneyle çapari, güzel bir akşam yemeğinden sonra da ver elini eğlence.

Geceler'in en güzeli toplu şekilde, canlı müzik eşliğinde arkadaşlarla oturma, fasıl, veya isteyene Bodrumdaki barlara eşit gece kulübü Gonya'da sabaha kadar sınırsız eğlence.

Hele birde bizim her gece yaptığımı birşey vardır ki, sanırım Ocaklar'a işte o zaman biraz daha aşık oluyorum. Narlı yoluna giderken tam burundaki çeşmeye arabanızı çekip, kayalıklar üzerine oturduğunuzda, altınızda o dalgaların sesi ile aldığınız huzur, bir yandan yakamoz'un deniz'i parıl parıl yapması ve bütün Ocaklar'ın manzarası ve fon'da da Il-Divio'nun Isabel parçası...

Ben bundan daha güzel bir fotoğraf anı yaşamadım daha ve yaşamaya da niyetim yok sanırım.

Hele bir 45'ime geliyim, sözümüz var sana Ocaklar :)

Merak edenler için;

www.ocaklar.com

PS: Fotoğraf, Burak Güven :)

5 Ocak 2009 Pazartesi

Soru(n)sal Mim.

2009'un ilk ve en yoğun pazartesi'sini yaşadığım şu günde, yıl sonu, yeni yıl, yeni hesaplar, eski defterler arasında cebelleşirken sevgili Yalnızlık öyle bir yere pas attkı ki, hani elimizden geldiğince yetişip sonucu değerlendirmek için uğraşacağız ama sonucu şimdiden kestirmek gerçekten zor.

Şimdi geçelim günün çoktak seçemediğimiz, yanlışın doğruyu götürmediği sorularımıza.



1. En sevdiğiniz kelime nedir?
C. Bakıldığı zaman çok zor bir soru. Hani insan gelgit'ler yaşıyor ama düşündüğümde sanırım "AŞKIM" kelimesini çok seviyorum.



2. En nefret ettiğiniz kelime nedir?
C. Bilmiyorum. (bu kelimeyi kim çıkardıysa saygıyla anıyorum)


3. Sizi ne heyecanlandırır?
C. Beşiktaş'ın maçı olduğu günler de sabahtan akşama kadar semt havasını solumak, dolmabahçe'den salınarak stad'a gitmek ve kapalı tribünde her zamanki yerimi almak, maç an'ını yaşamaktan daha heyecanlısını görmedim şu ana kadar .(heleki derbi maçıysa)



4. Heyecanınızı ne öldürür?
C. Tam o sırada rakip takım'ın golü ağlarımıza çakması beni ağır şekilde susturmaya ve heyecanımın içine etmeye yeter :)

5. En sevdiğiniz ses nedir?
C. Solo elektro gitar. (Kirk Hammet-Master of Puppets, Garry Moore, Carlos Santana vb üstadlar.)

6. Nefret ettiğiniz ses nedir?
C. Her hangi bir madde'nin metale, cam'a vb maddelere değerken ki çıkardığı ses beni öldürmeye yetiyor
.

7. Hangi mesleği yapmak istemezsiniz?
C. Oto tamiri. (ki zaten yapmıyorum)

8. Hangi doğal yeteneğe sahip olmak istersiniz?
C. Bir kere okuduğumun ölene kadar aklımdan çıkmaması yeteneğine.

9. Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz?
C. Tartışmasız Che.


10. Nerede yaşamak isterdiniz?
C. Balıkesir. Memleketim diye söylemiyorum ama her yeri cennet. Bu arada İstanbul'la hiç bir sorunum yok gerçekten severim kendisini.

11. En önemli kusurunuz nedir?
C. Bende panik atak var :)


12. Size en fazla keyif veren kötü huyunuz hangisi?
C. Sabaha kadar play station...


13. Kahramanınız kim?
C. Kaptan Mağara Adam'ı :) Bir kahraman daha tanımıyorum ki bu kadar kıllı olup sevimli olsun :)) Gönüllerin kahramanı.

14. En çok kullandığınız küfür nedir?
C. Hasssss..


15. Şu anki ruh haliniz nasıl?
C. Biraz sıkıntılı ama buna rağmen sevdiklerimin yanımda olması huzur verici bir durum.

16. Hayat felsefenizi hangi slogan özetler?
C.
Ne kadar bilirsen bil; söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır. (
Mevlânâ Celaleddin-i Rumi)

17. Mutluluk rüyanız nedir?
C. Bana ait bir teknede sadece sevdiğim insanlarla uçsuz bucaksız bir mavi tur. Deniz'siz, mavi'siz bir yaşam düşünemiyorum.

18. Sizce mutsuzluğun tanımı nedir?
C. Parasızlık.

19. Nasıl ölmek istersiniz?
C. Ciddi anlamda soruluyorsa, boğularak evet boğularak.

20. Öldüğünüzde cennete giderseniz Tanrı’nın size kapıda ne söylemesini istersiniz?
C. Çık dışarı!!!


Efendim bu güzel pas'ı dar alanda çok iyi değerlendirdiğimi düşünerek, kesme muz bir ortayla en uzak köşedeki efsa ve t.u.b.a 'ya gönderiyorum :)

PS: Son olarak çok özel bir istekle bu pası perikizi 'na da yolluyorum :)

4 Ocak 2009 Pazar

Tanka Karşı Taş...


Dayan Filistin!
—Siyah-Beyaz atkılarımızı yarana sarmak için buluşuyoruz.

Dayan Filistin!

-‘Tanka karşı taş, savaşa karşı Beşiktaş’ diye haykırarak buluşuyoruz.



6 Ocak 2009
Salı
Saat: 15.30

Barboros Meydanındayız

Sıkıcı bir gün.

Bugün pazar olmasına rağmen, dışarı çıkma hevesimin ve hava'nın iyi olmaması, eve kapadı beni. Sabah'tan beri de aynı şeyleri yapmaktan sıkıldım. İnsan bari iş yapıyım dermi? O moda geldim.

Geçirdiğim en kötü paza günü sanırım :(

Msn bile bayatlamış gedi gözüme bugün, yazacak birşey bulamamam da cabası...

3 Ocak 2009 Cumartesi

Aşk'ın ne hali?




Küçükken pek daha genişti çevremiz, daha fazla samimiydik, daha fazla içtendik. Küçük bedenler takılıp düştüğünde kaldırmayı bilirdik, öyle uzaklardan koşup gelirdik ki elinden tutup kaldırabilmek için, hani şimdi bakıp geçtiğimiz, dikkat etsene dediğimiz günlerin bi 20 sene öncesi. Hele birde ufacık kalbimizle birşeyler duyuyorsak karşıda ki ufaklığa elini tutmak şimdilerin aşkıydı sanki.

Her yaş'ın aşkı bambaşka duygularla çıkardı açığa. Bebekken oyuncaklarımızı paylaşarak, yürüdüğümüzde birlikte koşarak, ilk okul çağlarında yediklerimizi paylaşarak daha sonralar duygularımıza yenilerek sevmeye başlardık karşı tarafımızdakini. Taklalar atardık konuşabilmek için, görebilmek için. Belki sokak kenarında arkasından gizlice takip ederdik yada balkona çıkacakmı diye saatlerce bakardık pencereden. Sabahın ilk ışıklarında sokağa çıkıp geçtiği yolu gözlenirdi belki sevgilinin. Sanmıyorum ki 1 kere bile olsun platonik aşk'a yenik düşmeyen olsun. Bence aşkın en derin yaşandığı bir biçim. Açılamıyorsun, söyleyemiyorsun, duyguların seni için için yiyiyor ve sen bunu bile bile geceleri düşünmekten uyuyamıyorsun bile.

Aşk nasıl birşey sorusuna kesin cevabı vermek o kadar zorki. Herkesin bambaşka baktığı, bambaşka şeylerden hoşlandığı, ellerinin titrediği ve bütün vucudunu kaplayan ruh hali.

Yeri gelir midemiz büklüm büklüm olur haber alamadığımızda, yada gözlerimiz dolar. Kimimiz bunu sinir krizleri geçirerek atlatırız yada hiç umursadan uyuruz bile.

Her ne olursa bambaşka birşey aşık olmak, sonu olsa bile hissettiğiniz anda kapatın gözlerinizi ve bırakın akışına.

Çünkü aşk kaç yere yaşanırsa yaşansın her defasında ilk kez oluyormuş duygusu verir insana.

Var olan veya olmayan tüm aşklara :)

2 Ocak 2009 Cuma

Şerefsiz Vakit, s.....git !!!


Çok tartışılacak manşet...

Daha önce verdiği birçok haberle çok tartışma yaratan Vakit Gazetesi attığı manşetle bir kez daha tartışmanın odak noktası olacak. Danıştay, Cumhuriyet Gazetesi ve üst düzey komutanları hedef gösteren veya değişik kesimleri ahlaksızlıkla suçlayan manşetleriyle gündeme gelen Vakit Gazetesi bu kez de Ankara'da yılbaşı gecesi 7 gencin ölümüyle sonuçlanan doğalgaz faciasını adeta malzeme yaptı ve "Yılbaşını kutlarsanız böyle olur" yorumunda bulundu.

.............................................................................

Nasıl bir mantıktır, nasıl biz mizaç'tır bu? Ufacık kızlara tecavüz ederken korudukları Üzmez bir yanda, gençler evlerinde yılbaşı kutlar ken öldüler diye "beter olsunlar,
Yılbaşını kutlarsanız böyle olur
" bir yanda.

Bu nasıl bir gazetecilik, nasıl bir vicdandır? Bu mudur dincilik, bu mudur islam?

Yazıklar olsun sizin gibi insan demeye tahammül edemediğim şerefsizler topluluğuna.

Bu ülkede namus bekçiliğini yapacak en son kurumsunuz.

Kansız şerefsizler, defolun gidin ülkemden...

20'lik diş sorunsalı...



Yepyeni yıl'a yepyeni bir dişle girmek nasıl bir duygudur derseniz, hiçte iyi olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.

30'lara yaklaşırken, süpriz bir şekilde hayata merhaba diyen 20'lik dişim, dünden beri bana inanılmaz acılar çektirmekde. Bugüne kadar dişçi nedir bilmeyen, bir kez olsun kapısından dahi geçmeyen ben, sanırım paşa paşa yolunu tutacağım.

Ağzımın şekli, konuşmam değişti, yüzüm şişti bu nasıl bir eziyettir arkadaş?

Kahrolsun karaktersiz 20'lik diş :(