ŞAKİRT (Talebe veya ögrenci)
Anlatıyor...
Ben bir 'ortaokul şakirt'iyim yani en kıdemli Fethullah
talebelerinden biriyim.
Aşağıda anlattıklarımı bizzat yaşadım.
Sizinle paylaşmak için yine kendim yazdım. 1990'lar ;
Orta birinci sınıftaydım ve Cuma namazlarına düzenli olarak giderdim.
Beni aynı semtte bulunan okulumdan ve gittiğim camiden takip ederek
fişleyen ve bir gün okul bahçesinde top oynamak bahanesiyle yanıma
gelen o kişi ilk 'ağabeyim' idi. Daha sonra bana ve okuldan
seçtikleri fen, matematik ve Türkçe derslerinin toplam notu 21(10'luk
sisteme göre) olan arkadaşıma cami kütüpha nesinde ders vermek
bahanesiyle yakınlık gösterdiler.
Yakınlık daha bir samimiyete dönüşünce evlerine davet ettiler.
Dersler evde devam etti.
Bu arada bizimle oyunlar oynuyor ve bol bol sohbet ediyorlardı.
Baştan futbol içerikli bu sohbetler yavaş yavaş dini mevzulara geldi.
Allah'ı tanımak, namaz kılmak derken 'Öğretmenin Not Defteri' gibi
kitapları okumamızı istiyorlardı.
Buna 'Sızıntı' okumaları ve adını henüz bilmediğimiz o hocanın
banttaki ses kaydını toplu olarak dinlemelerimiz eşlik etti.
Bize yeterince itimat kazandıklarında o sesin 'Hocaefendi' ye ait
olduğunu ve kendisinin çok 'mübarek' bir insan olduğunu anlattılar.
Artık 'işi' biliyorduk ve bize adam lazımdı.
Okuldaki arkadaşlarımızı nasıl 'kafalayarak' ağabeylerin huzuruna
getireceğimizi öğrenmiştik.
Yıllar orta üçüncü sınıfa getirdiğinde bizi artık sınavlara
hazırlanma vakti de gelmişti.
Bu tarihlerde Kuleli Askeri Lisesi'ne girmenin ne kadar önemli ve
saygın bir iş olduğu sürekli telkin edil iyordu bize.
Derken tanıdığımız birkaç arkadaşımız orayı kazandı.
Biz ise devlet lisesine devam ettiğimizde okuldan arkadaş 'kafalamak'
en büyük hedefimiz haline gelmişti.
Okulumuzun hemen yanında bulunan 'nur evi' ne ders çalışma
bahanesiyle getirdiğimiz arkadaşlarımıza yemekler veriyor onları
mümkün olduğunca bu evlerde tutmaya çalışıyorduk.
Bu kişilerle okulda ve başka yerlerde de 'ilgileniyor' yörüngemizden
uzaklaştırmamaya çalışıyorduk.
Bunların durumlarını her hafta düzenlenen 'istişare' toplantılarında
ağabeylerimize anlatıyorduk.
Onlar da bize ne yapmamız gerektiğini, hangi yolları adım adım takip
etmemiz gerektiğini, yapmamız gereken jestlere ve takınmamız gereken
mimiklere kadar anlatıyordu.
Yılsonlarında gelen 'Sızıntı koçanları' nı bitirmemiz ve onlarca,
hatta yüzlerce kişiyi Sızıntı'ya abone etmemiz her birimizden
bekleniyordu.
Biz ise kimisinin parasını kendi cebimizden vererek bu en kutsal
yolda birbirimizle kıyasıya yarışıyorduk. Zaman aboneliği de yine bu
şekilde cereyan ediyordu.
Haftada okumamız gereken Kuran miktarı, Risale-i Nur ve Hocaefendi
Kitapları(Pırlanta Serisi) miktarı belliydi.
Bunlara ek olarak o zamanki adı 'Tuna Kırtasiye' olan 'NT
Mağazaları'nda kaçak olarak çoğaltılan ve ağabeyimizin adını
kullanarak arka bölümden aldığımız 'Hocaefendi Vaaz Kasetleri'nden de
ağabeyimizin seçtikleri doğrultusunda dinlememiz isteniyordu.
Bunların hepsinin ortak adı 'keyfiyet' idi. Bunu bir çetele halinde
ağabeyimize her haftaki 'istişare' de sunmamız isteniyordu.
Hiç müzik dinlemezdik, kola içmezdik ve hep kumaş pantolon giyerdik.
Kız arkadaşımız asla olmazdı, okulda yüzlerine bile bakmazdık.
Sokakta hep yere bakarak ve hızlı hızlı yürürdük.
Ağabeyimizin dedikleri ana-babamızdan önemliydi.
Mehmet Kafkas'ın 'Geçmişi Bilmek' ve 'Milli Mücadelede Öncüler' adlı
kitaplarını okuyorduk.
Atatürk masondu, deccaldı.
Atatürk Kemal'di, Kemal Ağa idi.
Atatürk baş eğlencemizdi.
Okuldaki hocaların bazısı ' duruma uyanmıştı', biz 'tedbir dairesini'
genişleterek okuldan çıkınca arka sokaktan dolaşarak nur evine
gidiyorduk, içeri birer ikişer giriyorduk ve asla toplu çıkmıyorduk.
Bize göre iki çeşit adam vardı;
'müspet ve solcu'.
Solcunun bir adı da 'kom' du. Kom, 'komünist'in kısaltılmışıydı. Ve
okuldaki bazı hocalar komdu. Özelikle de felsefeci.
Üniversite hazırlık dershanesi olan FEM'e lise ikinci sınıfta da
kayıt yaptırdık.
Amaç hem iyi bir üniversite hem de 'hizmet' para kazansın idi.
Ortaokuldan beri ailelerimizi alıştırdığımız 'ağabeylerle ders
çalışma' için onlarda kalmaya gitme faaliyetlerimize ayrı bir önem
vermeye başlamıştık.
Bu kalma dönemlerine biz 'kamp' diyorduk.
Kamplarda ders çalışılır ve uzun vadeli projelerimizi ağabeylerimize
anlatarak onların direktifleri doğrultusunda yaşamımızı planlardık.
Ailelerimizle ağabeylerimizi ne zaman ve nasıl tanıştıracağımızı ve
her iki tarafın ne yapması gerektiğine varıncaya kadar her şey
planlanırdı.
Öyle k i tüm bu insanlara bir üstündeki 'not' verirdi.
Evlerin bir imamı vardı, yani evden sorumlu olan kişi. İki ya da üç
ev bir semte ve semt imamına bağlıydı.
Semtler bölgelere, bölgeler büyük bölgelere, büyük bölgeler ilçelere,
ilçeler şehirlere, şehirler ülkeye, ülkeler kıtalara, kıtalar da en
sonunda Hocaefendi'ye bağlıydı.
Hatta öyle ki O Muhterem Zat'a Dünya yetmez ve evrende başkaları da
varsa oraları da 'hizmet'e katmak için ne gerekiyorsa yapılmalı idi.
Bu insanların hepsi birbirini denetler, not verir ve bir üstündekine
durumu iletirdi. Yani şıkır şıkır işleyen koskoca bir sistem vardı.
Lise sonda FEM'in yurdunda kalmaya başlamıştık.
Çekebildiğimiz kadar arkadaşı FEM'e kayıt ettirmiştik nasıl olsa
sonra 'ilgileniriz' diye.
Yurtta, odadaki durumdan pek haberi olmayan diğer kişileri de namaz
kılma, çay içme ve türlü türlü bahanelerle yanımıza çekmeyi
başarıyorduk. Yani ağabeylerle danışıklı dövüş şeklinde 'adam
kafalama' tüm hızıyla d evam ediyordu.
Her birimizin 'ilgilendiği' arkadaşlar da zamanla 'şakirt' olma
yolunda ilerliyordu.
Ağabeylerimizin düzenlediği maçlar, mangal partileri, çiğköfte
partilerine artık not ortalamasına falan da bakmaksızın İslami görüşe
yakın ailelerden çocukları seçerek getiriyorduk.
Kola serbest oldu, kot pantolon giydik.
28 Şubat sürecinde Hocaefendi'nin video ve ses kasetlerini,
kitaplarını evlerden alarak kendi evlerimizde sakladık ve evlere
Atatürk ile ilgili kitaplar doldurduk.
Evlerin çoğu yer değiştirdi.
Bazı ağabeylerimiz 'tedbir' gereği takma isim kullanmaya başladı.
Cep telefonlarının pilini istişarelerde söktük. Telefonda
'Hocaefendi, hizmet, sohbet' gibi kelimeleri kullanmayı yasakladık.
Bunların yerine 'maç yapmak, çay içmek, çorba içmek' gibi önceden
kodladığımız filleri kullanmaya başladık. Aslında yapılan her şey
'istişare' adı altında yukardan gelen emirl erin bize verildiği
toplantılarda kararlaştırılıyordu.
Yani 'istişare' yoktu, belki teferruatta vardı, ama her şey bir emir
zinciri vasıtasıyla bizim önümüze konuyordu.
2000'ler ;
Üniversiteye girince artık biz de 'ağabey' olmuştuk. Evlerde kalmaya
ve sistemi bizzat kendimiz daha büyük sorumluluk üstlenerek yürütmeye
başlamıştık.
Talebelerimiz vardı, onlarla ilgileniyorduk.
Aksiyon okuyorduk, artık bandrollü ve sakıncalı yerlerinden
temizlenmiş Hocaefendi kasetlerini koli koli alarak herkese ama
herkese dağıtıyorduk. Hocaefendi hakkında yine 'hizmet'in başka yayın
evlerinden çıkmış kitapları 'mütevelli olmuş esnaf ağabeylerimizin'
katkılarıyla kolilerce alıp dağıtıyorduk.
Kitaplar binlerce satıyordu.
Ramazanda zekât, kurban bayramlarında deri topluyorduk, kurbanlık
parası topluyorduk.
Amerika'dan, Hocaefendi'nin yanından gelen ağabey gelmişti bir
seferinde.
O anlatıyordu biz ağlıyorduk.
Ardından adam başına toplayacağı büyükbaş kurbanlıkların sözünü
almaya ve kayıt ettirmeye başlamıştı.
Her birimizden 60-70 belki de 100-120 büyükbaş kurban parası
getirmemizi istiyor ve pazarlık bu rakamlardan açılıyordu.
Bazı tanıdıklarımızın yaptığı hiçbir iş yoktu.
Evde de kalmazdı.
Sonradan bu kişilerin görevinin 'çok özel' olduğunu öğrendik.
Bunlar Türk Silahlı Kuvvetleri'ne girmek üzere olan öğrencilerle
askeri okuldayken 'ilgileniyorlar' idi.
Hocaefendi'nin 'en önemli on görevden biri' saydığı bu iş için
seçilmiş insanlardı.
Hepimizin en nefret ettiği yer Ordu idi.
Bir toplantımızda bir ağabeyimizin Ordu, Danıştay ve diğer 'solcu'
kurumlar için yaptığı tanımlama ilginçti.
Ağabeyimiz bu gibi kurumlar için 'artık fitne kurumlaşarak üzerimize
geliyor, biz de bir an önce kurumlaşarak karşı koymalıyız' diyordu.
Gazetemizi sürekli okumamız gerektiği de bir diğer telkin idi.
Özkök Paşa'nın Genelkurmay Başkanı olacağı günleri ip ile çekiyorduk.
Aksiyon Dergisi'nin bir sayısında 'Ergenekon' diye bir grup kapak
yapılmıştı.
Bu sayıdan çok sayıda fotokopi çekerek hepimizden okumamız
istenmişti.
Yazıda, devlet içinde gizli bir birimin oluşturulduğu ve bu birimin
amacının Arjantin benzeri sosyal patlamaların önüne geçmek, devlete
zarar verebilecek oluşumlara müdahale etmek olduğu yazılıydı.
Ağabeylerimiz bunun bize de müdahale edeceğini söyled iler.
Bu benim için bir dönüm noktasıydı.
Biz bu devletin bekasına, milletin dertlerine derman olmaya
çalışmıyor muyduk?
Bizi solcular engellemiyor muydu?
Bizim mücadelemiz iman kurtarmak değil miydi? Bize ne toplumsal
patlamaların önüne geçmek ve devleti korumak için kurulmuş bir gizli
teşkilattan?
Devlet hepimizin devleti değil miydi, neden korumasınlar ki?
Hem bize ne diye düşman olsunlar ki?
Uyanışım;
Artık her şey saçma geliyordu bana.
Biz bir emir kuluyduk ve ne denirse yapıyorduk.
Çünkü toplu olarak cennete girecektik.
Sorgulama yoktu,
Körü körüne bağlanma ve emri ne kadar çabuk yerine getirdiğine bağlı
olarak sahte bir samimiyet vardı.
Ama bu sahtelik genellikle bize emir verenler ve onların üstünden
başlıyordu.
Tabanı samimi ve bir o kadar da cahil (beyni etkisizleştirilmiş
anlamında) insanlar oluşturuyordu.
Bu insanlar dü rüst, çalışkan ve edepli insanlardı.
Ama uyuyorlardı.
Üstelik biz uyutmuştuk yıllarca çocuklarını, kendilerini,
karılarını, tüm yakınlarını.
Sırf 'solcularla' inatlaşma uğruna yaptığımız birçok saçma iş vardı.
Bunlara en iyi örnek Yeni Yüzyıl gazetesinde Hocaefendi'nin
röportajının çıktığı zamandı.
Bu gazeteyi sırf solcular 'Hocalarının röportajına bile sahip
çıkmıyorlar' demesinler diye balya balya aldık ve Zaman gazetesinin
depolarında çürümeye bıraktık, sonra da imha ettik.
Bazı yerlerde Zaman gazetesinin içine koyarak dağıtıldığını duyduk.
Gazete hiçbir yerde bulunmaz olmuştu.
Üç günlük röportajı on beş güne yayarak ve tirajını da ona
katlayarak gazete büyük kar etti sayemizde.
Bir sefer de Süleyman Demirel'in Fatih Üniversitesi'nin açılışında
'burayı doldurabilir misiniz' demesi üzerine iş-güç, okul-sınav
demeden koştuk ve doldurduk orayı.
Hocaefendi istiyor diye daha yeni okuduğumuz kitapları bir kere daha
okuduk.
Hocaefendi çağırıyor diye pılımızı, pırtımızı topladık Amerika'da
yaşamaya gittik bazılarımız.
Buna da 'hicret' deniyordu.
Bir keresinde, bir arkadaşıma giden biri hakkında ne zaman
döneceğini sorunca bana güldü ve dedi ki 'hicret bu, dönmek olur mu'.
Benim bildiğim hicret sayfası dinen kapanmıştır.
Hele Türkiye gibi ibadetlerinizi rahatça yapabildiğiniz bir ülkede.
Merakım şu:
Türkiye'de halkın %99'u Müslüman.
Amerika ise kendi deyimiyle Müslümanlara karşı bir haçlı savaşı
başlatmış durumda.
Nasıl oluyor da burada rahat olunamıyor lakin orada istediğimizi
yapmamıza izin veriliyor?
ABD her yere ajanlar sokarken, iki kişi bile kendi karşısında ciddi
bir şeyler yapmaya kalktığında haberi olurken bu nasıl denli büyük
bir oluşuma müsaade ediyor?
Üstelik bu oluşumun biricik görevi insanları Müslüman yapmak iken.
ABD'nin yoksa insanları Müslüman yapmak gibi bir gizli amacı mı var?
Yoksa Hocaefendi ABD'nin de mi üzerinde büyük bir güce sahip ki
bizimle uğraşamıyor?
Garip işler bunlar.
Bizden ABD'ye hicret etmemizi Fatih Koleji'ndeki bir barkovizyon
gösterisi sonrası Hocaefendi'nin yanından gelen bir ağabey istemişti.
Ben de düşünmüştüm; bu resmen bir beyin göçü ve sermaye göçü...
O zamanlar Hocaefendi için evden bile dışarı çıkmıyor denmişti.
Ağabeylerimiz diyormuş ki 'hocam zaten çok hastasın, bari bir çık
bahçede dolaş' ama Hocamız hiç çıkmıyormuş.
Aynı yıllarda yesil.org adlı internet sitesinde Hocaefendi'nin boy
boy dışarıda çekilmiş resmi yayınlanıyormuş da haberimiz yokmuş.
Biz Hocamız'a üzülüp dua etmekle vaktimizi geçiriyorduk. Bir de tabi
gelen emirleri eksiksiz yapmakla.
Hocaefendi'nin Latif Erdoğan'a yazdırdığı 'Küçük Dünyam' adlı
kitabından en az bir kere yazılı sınav olmamış şakirt tanımıyorum ben.
Anlamadığım bir nokta da bu işte.
Yani sen ta Amerikalardan 'diğergamlık' üzerine, 'hizmette önde
mükâfatta geri durma' üzerine göğüslerimize salvolar savur, sonra da
çıkıp kendini anlatan kitaptan bizi belki beş belki on kere imtihan
et.
İmtihan Dünyası' bu olmasa gerek.
Halen 'hizmette' aktif olan ve son derece de teslimiyetçi bir
arkadaşım bir seferinde şunları söylemişti, ben de yanlışı o zaman
fark etmiştim: 'ne bu Hocaefendi, Hocaefendi ya... Allah var,
Peygamber var ya'
Hocaefendi, Hocaefendi, Hocaefendi...
'Hocaefendi ne diyor bu konuda, Hocaefendi'nin çok mühim tespitleri
var bu konuda, Hocaefendi bugün ne diyor, Hocaefendi'nin dediklerini
artık herkul.org sitesinden günü gününe takip edebileceğiz
arkadaşlar, Hocaefendi çok ciddi uyarıyor,
Hocaefendi çok mübarek, Hocaefendi bizzat ilgilenmiş,
Hocaefendi adını bizzat kendi koymuş, Hocaefendi derhal yapılsın
istemiş, Hocaefendi, arkadaşlar dikkatli olsun demiş, Hocaefendi,
arkadaşlar artık evlensin demiş, Hocaefendi, çocuk yapın demiş,
Hocaefendi, İŞHAD'ı güçl endirin demiş, Hocaefendi, gazete tirajının
bu haliyle karşıma çıkmayın demiş, Hocaefendi başı açık 'ablalar' la
da evlenilsin istemiş, Hocaefendi, bir dua etmiş maçın ikinci yarısı
Galatasaray iki gol atarak Real Madrid'i devirmiş, Hocaefendi, Allah
depremde İkitelli Medyası'nı 'çiftetelli' gibi sallardı ama içlerinde
mübarek gazeteler de var demiş, Hocaefendi üzülmüş, Hocaefendi çok
kederlenmiş, Hocaefendi hastalanmış, Hocaefendi, Asya Finans Kredi
Kartı alın demiş; Ulusal Televizyon ihalesi yapılacağı gün Asya
Finans'ın kasasında o kadar para yokmuş, para lazımmış, Hocaefendi
şunu demiş, Hocaefendi bunu demiş...
' Bu konuşma tarzına sıradan bir 'ışık evi'nde her gün
rastlayabilirsiniz.
Nurettin Veren'e gelince; 'o ne pis bir adam öyle, tipi kayık, pis
bir çıkarcı o, yalancı herifin teki' gibi yakıştırmalar yapıyorlar.
Ve size şu kadarını söyleyeyim, bu insanları asla
şartlandırıldıkları haricince bir şeye inandıramazsınız.
Belki size abartı gelir ama ben biliyorum ki Hocaefendi bugün atlayın
ve ölün dese sayıları binlere varabilecek kadarı bu emri de hiç
çekinmeden yerine getirir. Nurettin Bey bu konuda ne söylese azdır.
Hiçbir şey bu gerçek kadar sıra dışı değildir, yine bu gerçeğin
tasvirleri bile.
Sonuç ;
Aklı başında herkesin de anlayabileceği gibi bu bir karşı devrim
örgütlenmesidir.
Devlet içinde koskoca bir devlettir.
ABD ve AB çıkarlarına koşulsuz hizmet etmektedirler.
Ayrıca birçok yerde yazıldığı gibi dergileri, radyoları,
televizyonları, üniversiteleri, vakıfları, ışık evleri vs. her
şeyleri vardır.
Öyle ki savcıları, kaymakamları, valileri, emniyet müdürleri,
öğretmenleri, doktorları, istihbaratçıları (ki bu konuya doymak
bilmeyen bir iştahla yanaşmaktadırlar),askerleri, milletvekilleri,
bakanları vardır.
Hemen hemen her büyük partinin de desteği ile bu noktalara
gelinmiştir.
Bence yegâne çözüm bu örgütün tüm malvarlığına el konmasından geçer.
Ama sorun şu ki; kim koyacak?
Diğer insanlardan tüm bu olan biten son derece profesyonelce
saklanmaktadır.
Hatta çıkan yalan haberler bile buna en güzel şekilde hizmet
etmektedir.
Yok, Fethullah komandoları varmış; yok, kendilerini patlatacaklarmış,
yok, hücre evleri varmış; tabancalar, tüfekler, bombalar varmış...
Bu atmosfer onlara en çok yarayan ortamı oluşturuyor ve kendilerinin
terörist olmadığını 'muhabbet fedai'leri olduğunu insanlara
yaymalarına yarıyor.
Bu kişilerin ne yapmaya çalıştıkları çok iyi bilinmeli ve o kanaldan
mücadele verilmelidir.
Örgüt deşifre edildiğinde, ABD yerine başkasını bulmak için faaliyete
geçecektir ve bu zannımca on yıl on beş yıl kadar bir zamanı
alacaktır.
Bu bir bölünme süreci olarak da yansıyabilir Fethullahçılara.
Çünkü kurulu mekanizma en güzel şekilde işletilmektedir.
Bir daha böyle bir mekanizmayı kurmak çok çaba gerektirir.
Bölüp bir kısmını yine ABD emriyle kamuoyunda kötülemek diğer
kısmıyla yola devam etmek ile de bu mücadeleyi verebilirler.
Her ne yapılacak ise bu darbeden hemen sonra yapılmalıdır.
Yani bir daha güçlenmesine fırsat verilmeden 'meydana getirdiği
boşluk' doldurulmalıdır.
Ama dediğim gibi ilk iş; oyunu açığa çıkarmak ve 'Ağababası' olan
ABD'nin işlerliğini yitiren bu beşinci kolunu gözden çıkarmasını
beklemek olacaktır...
Bunun adı Takva'dır, ötesi yoktur...
Anlatıyor...
Ben bir 'ortaokul şakirt'iyim yani en kıdemli Fethullah
talebelerinden biriyim.
Aşağıda anlattıklarımı bizzat yaşadım.
Sizinle paylaşmak için yine kendim yazdım. 1990'lar ;
Orta birinci sınıftaydım ve Cuma namazlarına düzenli olarak giderdim.
Beni aynı semtte bulunan okulumdan ve gittiğim camiden takip ederek
fişleyen ve bir gün okul bahçesinde top oynamak bahanesiyle yanıma
gelen o kişi ilk 'ağabeyim' idi. Daha sonra bana ve okuldan
seçtikleri fen, matematik ve Türkçe derslerinin toplam notu 21(10'luk
sisteme göre) olan arkadaşıma cami kütüpha nesinde ders vermek
bahanesiyle yakınlık gösterdiler.
Yakınlık daha bir samimiyete dönüşünce evlerine davet ettiler.
Dersler evde devam etti.
Bu arada bizimle oyunlar oynuyor ve bol bol sohbet ediyorlardı.
Baştan futbol içerikli bu sohbetler yavaş yavaş dini mevzulara geldi.
Allah'ı tanımak, namaz kılmak derken 'Öğretmenin Not Defteri' gibi
kitapları okumamızı istiyorlardı.
Buna 'Sızıntı' okumaları ve adını henüz bilmediğimiz o hocanın
banttaki ses kaydını toplu olarak dinlemelerimiz eşlik etti.
Bize yeterince itimat kazandıklarında o sesin 'Hocaefendi' ye ait
olduğunu ve kendisinin çok 'mübarek' bir insan olduğunu anlattılar.
Artık 'işi' biliyorduk ve bize adam lazımdı.
Okuldaki arkadaşlarımızı nasıl 'kafalayarak' ağabeylerin huzuruna
getireceğimizi öğrenmiştik.
Yıllar orta üçüncü sınıfa getirdiğinde bizi artık sınavlara
hazırlanma vakti de gelmişti.
Bu tarihlerde Kuleli Askeri Lisesi'ne girmenin ne kadar önemli ve
saygın bir iş olduğu sürekli telkin edil iyordu bize.
Derken tanıdığımız birkaç arkadaşımız orayı kazandı.
Biz ise devlet lisesine devam ettiğimizde okuldan arkadaş 'kafalamak'
en büyük hedefimiz haline gelmişti.
Okulumuzun hemen yanında bulunan 'nur evi' ne ders çalışma
bahanesiyle getirdiğimiz arkadaşlarımıza yemekler veriyor onları
mümkün olduğunca bu evlerde tutmaya çalışıyorduk.
Bu kişilerle okulda ve başka yerlerde de 'ilgileniyor' yörüngemizden
uzaklaştırmamaya çalışıyorduk.
Bunların durumlarını her hafta düzenlenen 'istişare' toplantılarında
ağabeylerimize anlatıyorduk.
Onlar da bize ne yapmamız gerektiğini, hangi yolları adım adım takip
etmemiz gerektiğini, yapmamız gereken jestlere ve takınmamız gereken
mimiklere kadar anlatıyordu.
Yılsonlarında gelen 'Sızıntı koçanları' nı bitirmemiz ve onlarca,
hatta yüzlerce kişiyi Sızıntı'ya abone etmemiz her birimizden
bekleniyordu.
Biz ise kimisinin parasını kendi cebimizden vererek bu en kutsal
yolda birbirimizle kıyasıya yarışıyorduk. Zaman aboneliği de yine bu
şekilde cereyan ediyordu.
Haftada okumamız gereken Kuran miktarı, Risale-i Nur ve Hocaefendi
Kitapları(Pırlanta Serisi) miktarı belliydi.
Bunlara ek olarak o zamanki adı 'Tuna Kırtasiye' olan 'NT
Mağazaları'nda kaçak olarak çoğaltılan ve ağabeyimizin adını
kullanarak arka bölümden aldığımız 'Hocaefendi Vaaz Kasetleri'nden de
ağabeyimizin seçtikleri doğrultusunda dinlememiz isteniyordu.
Bunların hepsinin ortak adı 'keyfiyet' idi. Bunu bir çetele halinde
ağabeyimize her haftaki 'istişare' de sunmamız isteniyordu.
Hiç müzik dinlemezdik, kola içmezdik ve hep kumaş pantolon giyerdik.
Kız arkadaşımız asla olmazdı, okulda yüzlerine bile bakmazdık.
Sokakta hep yere bakarak ve hızlı hızlı yürürdük.
Ağabeyimizin dedikleri ana-babamızdan önemliydi.
Mehmet Kafkas'ın 'Geçmişi Bilmek' ve 'Milli Mücadelede Öncüler' adlı
kitaplarını okuyorduk.
Atatürk masondu, deccaldı.
Atatürk Kemal'di, Kemal Ağa idi.
Atatürk baş eğlencemizdi.
Okuldaki hocaların bazısı ' duruma uyanmıştı', biz 'tedbir dairesini'
genişleterek okuldan çıkınca arka sokaktan dolaşarak nur evine
gidiyorduk, içeri birer ikişer giriyorduk ve asla toplu çıkmıyorduk.
Bize göre iki çeşit adam vardı;
'müspet ve solcu'.
Solcunun bir adı da 'kom' du. Kom, 'komünist'in kısaltılmışıydı. Ve
okuldaki bazı hocalar komdu. Özelikle de felsefeci.
Üniversite hazırlık dershanesi olan FEM'e lise ikinci sınıfta da
kayıt yaptırdık.
Amaç hem iyi bir üniversite hem de 'hizmet' para kazansın idi.
Ortaokuldan beri ailelerimizi alıştırdığımız 'ağabeylerle ders
çalışma' için onlarda kalmaya gitme faaliyetlerimize ayrı bir önem
vermeye başlamıştık.
Bu kalma dönemlerine biz 'kamp' diyorduk.
Kamplarda ders çalışılır ve uzun vadeli projelerimizi ağabeylerimize
anlatarak onların direktifleri doğrultusunda yaşamımızı planlardık.
Ailelerimizle ağabeylerimizi ne zaman ve nasıl tanıştıracağımızı ve
her iki tarafın ne yapması gerektiğine varıncaya kadar her şey
planlanırdı.
Öyle k i tüm bu insanlara bir üstündeki 'not' verirdi.
Evlerin bir imamı vardı, yani evden sorumlu olan kişi. İki ya da üç
ev bir semte ve semt imamına bağlıydı.
Semtler bölgelere, bölgeler büyük bölgelere, büyük bölgeler ilçelere,
ilçeler şehirlere, şehirler ülkeye, ülkeler kıtalara, kıtalar da en
sonunda Hocaefendi'ye bağlıydı.
Hatta öyle ki O Muhterem Zat'a Dünya yetmez ve evrende başkaları da
varsa oraları da 'hizmet'e katmak için ne gerekiyorsa yapılmalı idi.
Bu insanların hepsi birbirini denetler, not verir ve bir üstündekine
durumu iletirdi. Yani şıkır şıkır işleyen koskoca bir sistem vardı.
Lise sonda FEM'in yurdunda kalmaya başlamıştık.
Çekebildiğimiz kadar arkadaşı FEM'e kayıt ettirmiştik nasıl olsa
sonra 'ilgileniriz' diye.
Yurtta, odadaki durumdan pek haberi olmayan diğer kişileri de namaz
kılma, çay içme ve türlü türlü bahanelerle yanımıza çekmeyi
başarıyorduk. Yani ağabeylerle danışıklı dövüş şeklinde 'adam
kafalama' tüm hızıyla d evam ediyordu.
Her birimizin 'ilgilendiği' arkadaşlar da zamanla 'şakirt' olma
yolunda ilerliyordu.
Ağabeylerimizin düzenlediği maçlar, mangal partileri, çiğköfte
partilerine artık not ortalamasına falan da bakmaksızın İslami görüşe
yakın ailelerden çocukları seçerek getiriyorduk.
Kola serbest oldu, kot pantolon giydik.
28 Şubat sürecinde Hocaefendi'nin video ve ses kasetlerini,
kitaplarını evlerden alarak kendi evlerimizde sakladık ve evlere
Atatürk ile ilgili kitaplar doldurduk.
Evlerin çoğu yer değiştirdi.
Bazı ağabeylerimiz 'tedbir' gereği takma isim kullanmaya başladı.
Cep telefonlarının pilini istişarelerde söktük. Telefonda
'Hocaefendi, hizmet, sohbet' gibi kelimeleri kullanmayı yasakladık.
Bunların yerine 'maç yapmak, çay içmek, çorba içmek' gibi önceden
kodladığımız filleri kullanmaya başladık. Aslında yapılan her şey
'istişare' adı altında yukardan gelen emirl erin bize verildiği
toplantılarda kararlaştırılıyordu.
Yani 'istişare' yoktu, belki teferruatta vardı, ama her şey bir emir
zinciri vasıtasıyla bizim önümüze konuyordu.
2000'ler ;
Üniversiteye girince artık biz de 'ağabey' olmuştuk. Evlerde kalmaya
ve sistemi bizzat kendimiz daha büyük sorumluluk üstlenerek yürütmeye
başlamıştık.
Talebelerimiz vardı, onlarla ilgileniyorduk.
Aksiyon okuyorduk, artık bandrollü ve sakıncalı yerlerinden
temizlenmiş Hocaefendi kasetlerini koli koli alarak herkese ama
herkese dağıtıyorduk. Hocaefendi hakkında yine 'hizmet'in başka yayın
evlerinden çıkmış kitapları 'mütevelli olmuş esnaf ağabeylerimizin'
katkılarıyla kolilerce alıp dağıtıyorduk.
Kitaplar binlerce satıyordu.
Ramazanda zekât, kurban bayramlarında deri topluyorduk, kurbanlık
parası topluyorduk.
Amerika'dan, Hocaefendi'nin yanından gelen ağabey gelmişti bir
seferinde.
O anlatıyordu biz ağlıyorduk.
Ardından adam başına toplayacağı büyükbaş kurbanlıkların sözünü
almaya ve kayıt ettirmeye başlamıştı.
Her birimizden 60-70 belki de 100-120 büyükbaş kurban parası
getirmemizi istiyor ve pazarlık bu rakamlardan açılıyordu.
Bazı tanıdıklarımızın yaptığı hiçbir iş yoktu.
Evde de kalmazdı.
Sonradan bu kişilerin görevinin 'çok özel' olduğunu öğrendik.
Bunlar Türk Silahlı Kuvvetleri'ne girmek üzere olan öğrencilerle
askeri okuldayken 'ilgileniyorlar' idi.
Hocaefendi'nin 'en önemli on görevden biri' saydığı bu iş için
seçilmiş insanlardı.
Hepimizin en nefret ettiği yer Ordu idi.
Bir toplantımızda bir ağabeyimizin Ordu, Danıştay ve diğer 'solcu'
kurumlar için yaptığı tanımlama ilginçti.
Ağabeyimiz bu gibi kurumlar için 'artık fitne kurumlaşarak üzerimize
geliyor, biz de bir an önce kurumlaşarak karşı koymalıyız' diyordu.
Gazetemizi sürekli okumamız gerektiği de bir diğer telkin idi.
Özkök Paşa'nın Genelkurmay Başkanı olacağı günleri ip ile çekiyorduk.
Aksiyon Dergisi'nin bir sayısında 'Ergenekon' diye bir grup kapak
yapılmıştı.
Bu sayıdan çok sayıda fotokopi çekerek hepimizden okumamız
istenmişti.
Yazıda, devlet içinde gizli bir birimin oluşturulduğu ve bu birimin
amacının Arjantin benzeri sosyal patlamaların önüne geçmek, devlete
zarar verebilecek oluşumlara müdahale etmek olduğu yazılıydı.
Ağabeylerimiz bunun bize de müdahale edeceğini söyled iler.
Bu benim için bir dönüm noktasıydı.
Biz bu devletin bekasına, milletin dertlerine derman olmaya
çalışmıyor muyduk?
Bizi solcular engellemiyor muydu?
Bizim mücadelemiz iman kurtarmak değil miydi? Bize ne toplumsal
patlamaların önüne geçmek ve devleti korumak için kurulmuş bir gizli
teşkilattan?
Devlet hepimizin devleti değil miydi, neden korumasınlar ki?
Hem bize ne diye düşman olsunlar ki?
Uyanışım;
Artık her şey saçma geliyordu bana.
Biz bir emir kuluyduk ve ne denirse yapıyorduk.
Çünkü toplu olarak cennete girecektik.
Sorgulama yoktu,
Körü körüne bağlanma ve emri ne kadar çabuk yerine getirdiğine bağlı
olarak sahte bir samimiyet vardı.
Ama bu sahtelik genellikle bize emir verenler ve onların üstünden
başlıyordu.
Tabanı samimi ve bir o kadar da cahil (beyni etkisizleştirilmiş
anlamında) insanlar oluşturuyordu.
Bu insanlar dü rüst, çalışkan ve edepli insanlardı.
Ama uyuyorlardı.
Üstelik biz uyutmuştuk yıllarca çocuklarını, kendilerini,
karılarını, tüm yakınlarını.
Sırf 'solcularla' inatlaşma uğruna yaptığımız birçok saçma iş vardı.
Bunlara en iyi örnek Yeni Yüzyıl gazetesinde Hocaefendi'nin
röportajının çıktığı zamandı.
Bu gazeteyi sırf solcular 'Hocalarının röportajına bile sahip
çıkmıyorlar' demesinler diye balya balya aldık ve Zaman gazetesinin
depolarında çürümeye bıraktık, sonra da imha ettik.
Bazı yerlerde Zaman gazetesinin içine koyarak dağıtıldığını duyduk.
Gazete hiçbir yerde bulunmaz olmuştu.
Üç günlük röportajı on beş güne yayarak ve tirajını da ona
katlayarak gazete büyük kar etti sayemizde.
Bir sefer de Süleyman Demirel'in Fatih Üniversitesi'nin açılışında
'burayı doldurabilir misiniz' demesi üzerine iş-güç, okul-sınav
demeden koştuk ve doldurduk orayı.
Hocaefendi istiyor diye daha yeni okuduğumuz kitapları bir kere daha
okuduk.
Hocaefendi çağırıyor diye pılımızı, pırtımızı topladık Amerika'da
yaşamaya gittik bazılarımız.
Buna da 'hicret' deniyordu.
Bir keresinde, bir arkadaşıma giden biri hakkında ne zaman
döneceğini sorunca bana güldü ve dedi ki 'hicret bu, dönmek olur mu'.
Benim bildiğim hicret sayfası dinen kapanmıştır.
Hele Türkiye gibi ibadetlerinizi rahatça yapabildiğiniz bir ülkede.
Merakım şu:
Türkiye'de halkın %99'u Müslüman.
Amerika ise kendi deyimiyle Müslümanlara karşı bir haçlı savaşı
başlatmış durumda.
Nasıl oluyor da burada rahat olunamıyor lakin orada istediğimizi
yapmamıza izin veriliyor?
ABD her yere ajanlar sokarken, iki kişi bile kendi karşısında ciddi
bir şeyler yapmaya kalktığında haberi olurken bu nasıl denli büyük
bir oluşuma müsaade ediyor?
Üstelik bu oluşumun biricik görevi insanları Müslüman yapmak iken.
ABD'nin yoksa insanları Müslüman yapmak gibi bir gizli amacı mı var?
Yoksa Hocaefendi ABD'nin de mi üzerinde büyük bir güce sahip ki
bizimle uğraşamıyor?
Garip işler bunlar.
Bizden ABD'ye hicret etmemizi Fatih Koleji'ndeki bir barkovizyon
gösterisi sonrası Hocaefendi'nin yanından gelen bir ağabey istemişti.
Ben de düşünmüştüm; bu resmen bir beyin göçü ve sermaye göçü...
O zamanlar Hocaefendi için evden bile dışarı çıkmıyor denmişti.
Ağabeylerimiz diyormuş ki 'hocam zaten çok hastasın, bari bir çık
bahçede dolaş' ama Hocamız hiç çıkmıyormuş.
Aynı yıllarda yesil.org adlı internet sitesinde Hocaefendi'nin boy
boy dışarıda çekilmiş resmi yayınlanıyormuş da haberimiz yokmuş.
Biz Hocamız'a üzülüp dua etmekle vaktimizi geçiriyorduk. Bir de tabi
gelen emirleri eksiksiz yapmakla.
Hocaefendi'nin Latif Erdoğan'a yazdırdığı 'Küçük Dünyam' adlı
kitabından en az bir kere yazılı sınav olmamış şakirt tanımıyorum ben.
Anlamadığım bir nokta da bu işte.
Yani sen ta Amerikalardan 'diğergamlık' üzerine, 'hizmette önde
mükâfatta geri durma' üzerine göğüslerimize salvolar savur, sonra da
çıkıp kendini anlatan kitaptan bizi belki beş belki on kere imtihan
et.
İmtihan Dünyası' bu olmasa gerek.
Halen 'hizmette' aktif olan ve son derece de teslimiyetçi bir
arkadaşım bir seferinde şunları söylemişti, ben de yanlışı o zaman
fark etmiştim: 'ne bu Hocaefendi, Hocaefendi ya... Allah var,
Peygamber var ya'
Hocaefendi, Hocaefendi, Hocaefendi...
'Hocaefendi ne diyor bu konuda, Hocaefendi'nin çok mühim tespitleri
var bu konuda, Hocaefendi bugün ne diyor, Hocaefendi'nin dediklerini
artık herkul.org sitesinden günü gününe takip edebileceğiz
arkadaşlar, Hocaefendi çok ciddi uyarıyor,
Hocaefendi çok mübarek, Hocaefendi bizzat ilgilenmiş,
Hocaefendi adını bizzat kendi koymuş, Hocaefendi derhal yapılsın
istemiş, Hocaefendi, arkadaşlar dikkatli olsun demiş, Hocaefendi,
arkadaşlar artık evlensin demiş, Hocaefendi, çocuk yapın demiş,
Hocaefendi, İŞHAD'ı güçl endirin demiş, Hocaefendi, gazete tirajının
bu haliyle karşıma çıkmayın demiş, Hocaefendi başı açık 'ablalar' la
da evlenilsin istemiş, Hocaefendi, bir dua etmiş maçın ikinci yarısı
Galatasaray iki gol atarak Real Madrid'i devirmiş, Hocaefendi, Allah
depremde İkitelli Medyası'nı 'çiftetelli' gibi sallardı ama içlerinde
mübarek gazeteler de var demiş, Hocaefendi üzülmüş, Hocaefendi çok
kederlenmiş, Hocaefendi hastalanmış, Hocaefendi, Asya Finans Kredi
Kartı alın demiş; Ulusal Televizyon ihalesi yapılacağı gün Asya
Finans'ın kasasında o kadar para yokmuş, para lazımmış, Hocaefendi
şunu demiş, Hocaefendi bunu demiş...
' Bu konuşma tarzına sıradan bir 'ışık evi'nde her gün
rastlayabilirsiniz.
Nurettin Veren'e gelince; 'o ne pis bir adam öyle, tipi kayık, pis
bir çıkarcı o, yalancı herifin teki' gibi yakıştırmalar yapıyorlar.
Ve size şu kadarını söyleyeyim, bu insanları asla
şartlandırıldıkları haricince bir şeye inandıramazsınız.
Belki size abartı gelir ama ben biliyorum ki Hocaefendi bugün atlayın
ve ölün dese sayıları binlere varabilecek kadarı bu emri de hiç
çekinmeden yerine getirir. Nurettin Bey bu konuda ne söylese azdır.
Hiçbir şey bu gerçek kadar sıra dışı değildir, yine bu gerçeğin
tasvirleri bile.
Sonuç ;
Aklı başında herkesin de anlayabileceği gibi bu bir karşı devrim
örgütlenmesidir.
Devlet içinde koskoca bir devlettir.
ABD ve AB çıkarlarına koşulsuz hizmet etmektedirler.
Ayrıca birçok yerde yazıldığı gibi dergileri, radyoları,
televizyonları, üniversiteleri, vakıfları, ışık evleri vs. her
şeyleri vardır.
Öyle ki savcıları, kaymakamları, valileri, emniyet müdürleri,
öğretmenleri, doktorları, istihbaratçıları (ki bu konuya doymak
bilmeyen bir iştahla yanaşmaktadırlar),askerleri, milletvekilleri,
bakanları vardır.
Hemen hemen her büyük partinin de desteği ile bu noktalara
gelinmiştir.
Bence yegâne çözüm bu örgütün tüm malvarlığına el konmasından geçer.
Ama sorun şu ki; kim koyacak?
Diğer insanlardan tüm bu olan biten son derece profesyonelce
saklanmaktadır.
Hatta çıkan yalan haberler bile buna en güzel şekilde hizmet
etmektedir.
Yok, Fethullah komandoları varmış; yok, kendilerini patlatacaklarmış,
yok, hücre evleri varmış; tabancalar, tüfekler, bombalar varmış...
Bu atmosfer onlara en çok yarayan ortamı oluşturuyor ve kendilerinin
terörist olmadığını 'muhabbet fedai'leri olduğunu insanlara
yaymalarına yarıyor.
Bu kişilerin ne yapmaya çalıştıkları çok iyi bilinmeli ve o kanaldan
mücadele verilmelidir.
Örgüt deşifre edildiğinde, ABD yerine başkasını bulmak için faaliyete
geçecektir ve bu zannımca on yıl on beş yıl kadar bir zamanı
alacaktır.
Bu bir bölünme süreci olarak da yansıyabilir Fethullahçılara.
Çünkü kurulu mekanizma en güzel şekilde işletilmektedir.
Bir daha böyle bir mekanizmayı kurmak çok çaba gerektirir.
Bölüp bir kısmını yine ABD emriyle kamuoyunda kötülemek diğer
kısmıyla yola devam etmek ile de bu mücadeleyi verebilirler.
Her ne yapılacak ise bu darbeden hemen sonra yapılmalıdır.
Yani bir daha güçlenmesine fırsat verilmeden 'meydana getirdiği
boşluk' doldurulmalıdır.
Ama dediğim gibi ilk iş; oyunu açığa çıkarmak ve 'Ağababası' olan
ABD'nin işlerliğini yitiren bu beşinci kolunu gözden çıkarmasını
beklemek olacaktır...
Bunun adı Takva'dır, ötesi yoktur...
24 "Minute":
Bir öğrencim vardı, o kadar benzer ki anlatılanlar. Onun da bir ablası vardı. Herşey öyle başlamıştı...
Aslında hepsi biliniyor da hiç bir şey yapılmıyor ya bu ülkede, içi acıyor insanın...
Hiçbir güç cehaletin yankılarına kulak veremiyor bu ülkede. İnsan o güçten şüphe duyuyor içten içe...
Bunları bizzat arkadaşımdan, bu evreleri yaşamış ve sonra hatasını anlamış birisinden bende dinledim.
Hatta burada yazılanlar gene iyi daha kötü konuşulan şeylerde var.
Bu'nun önüne geçilmesi lazım yoksa o malum son'a doğru hızla uçacağız...
Kendi çıkarları doğrultusunda tek düze alt gözlüklü bir gençlik yetiştirmeye yada dikte doğrultusunda toplanmaya çalışıyor.Bende senin takıldığın konuya hep takılırım bu insanlar hep konuşur idare ederler ancak hepsi Amerika'da yaşar.Son derece samimiyetsiz bir davranış.Diyelim ki Türkiye sorunları var burda kalmaları onun için tehlikeli.O zaman bir arap ülkesinde yaşasınlar.Bu çok daha samimi gelebilir...
orada bu kadar sömürülecek ve dini istismara kanacak kısacası takva yapacak insanları bulmaları zor.
Allah ad'ıyle her kapıyı her pisliği yapan bu insanlar'a elbet arafta hatırlatılacaktır bunlar.
Gençlerimizin sömürgenliği, ailelerimizin 2 lokma daha çıkar sağlamak amacıyla çocuklarını bu derece ateşe atmaları eğitimsizliğin baş sorunudur.
Özellikle bu ailelerden oğlum Amerika'da okuyor bak büyüdü adam oldu diyenlere tek lafım tamam büyümüş olabilir ama Ülke'yi satmaya çalışan biri olarak yetişmiştir yani adam olamamıştır demeyi tercih ediyorum..
neyin ne olduğunu hala grememişsiniz..
size göre dine hizmet eden insanlar vatan haini.
Allahın adının anıldığı meclisler örgüt.
İnsanlara Allahı anlatan kişiler de gerici..
size bunları kim anlatmş bilmyrm ama öyle bir anlatmş ki bu konularda hiç bir şey bilmeyen (sizin gibi) bir insan kolaylıkla kanabilir bu yalanlara.
eminim sizi de inandırmştr kolaylıkla..
fethullah gülen den korkmayın o size birşey yapamaz.
şununla evlenin şunu giyin bunu yiyin de demez.
herkes gibi o da sadece Allah ın bir kulu.
belki de tek suçu insanları doğru yola iletebilecek birşeyler yapmak galiba..
bu atılan iftiralar da bunun sonucu.
çamur at izi kalsın işte..
Sn. Defne;
Sırasıyla anlattıklarınıza göre gideceğim.
1- neyin ne olduğunu hala grememişsiniz.
öncelikle göremediğimizin ne olduğunu gerçekten merak ediyorum. İnsanların küçük yaşlarda daha ilk okulda beyinlerinin yıkatılması, onların dinle ALLAH korkusu ile yönetilmesi gerçekten insanların dinini doğru şekilde yaşabileceğinin kanıtımıdır? Yoksa içinde bulunduğu sosyal durumla birlikte tıpkı bizler gibi ikisini ayırmak ve bu yönde topluma vatandaş yetiştirmek daha doğru değilmidir?
2-size göre dine hizmet eden insanlar vatan haini.
Sizler bizi hristiyan, yahudi falanmı sandınızda bu şekilde düşünceye girdiniz bilmiyorum. Kuran'ı Kerim'i bilen biri olarak dine' hizmet insanların kendi manevi duyguları için sadece ALAH için olur, peki sorarım bulunduğumuz dönemde ki gazete tirajları, dergi satışları, imamların devlet'in en yüksek kademelerine atanmaları, ALLAH yolunda bir hizmet anlayışımıdır?
3-Allahın adının anıldığı meclisler örgüt.
Haşa, böyle bir düşüncemiz yok tabiki de. Ama gerçekten burada öğretilenler yüce, ulular ulusu ALLAH ve Peygamber (s.a.s) mıdır, yoksa bahsettiğiniz gibi o'nun bir kulu olan Fettullah'a tapılmasımı???
Bir ülke'de din demek o ülke'nin alt yapı'sının en çok olduğu alan demektir. Yapılan camiler ve mescitler, mescitlere atanan imamlar, ve dağıtılan kitaplar o ülke'nin en büyük gsmh'sını kapsamaktadır. Peki sorarım eğitimsizliğin gırla döndüğü bir ülkede her sokak başına cami yapılmasımı yoksa okul açılmasımı daha doğrudur? Unutmayın insanlar dinini istediği an istediği heryerde öğrenebilir, uygulayabilir ama asla okul dışında eğitim alamaz...
4- İnsanlara Allahı anlatan kişiler de gerici..
İşte bizim sıkıntımızda burada başlamaktadır. Siz ve sizin gibi düşünenler hala ALLAH ad'ının kullanılarak takva yapıldığının farkında değilsiniz. Gerçekten ALLAH DİN PEYGAMBER bilgisi istiyorsanız cami'ye gider vaaz dinler , namazınızı kılar gelirsiniz peki bu'nun dışında kalanlar neye hizmet etmektedir? Tehditle zorla dayatmayla öğretilmeye çalışışlan din ALLAH bilgisi sizce caizmidir?
5-size bunları kim anlatmş bilmyrm ama öyle bir anlatmş ki bu konularda hiç bir şey bilmeyen (sizin gibi) bir insan kolaylıkla kanabilir bu yalanlara.
Üzülerek söylerimki asıl siz ve sizin gibiler bu küçük oyunlara kanıyor ve bu ülkeyi asıl sizler bölmeye çalışıyorsunuz. Konu hakkında bilgim olmadığını düşünmenizi de medyumluğunuza veriyorum. Bizzat 1. ağızdan içinde yaşayan birinden duymam sanırım yeterli değil. Eğer ki o kişinin anlattıkları doğru değilse, o zaman ona bu öğretilenlerin hepsi yalan ve topluma binlerce yalancı yetiştiriliyor demektir.
5-fethullah gülen den korkmayın o size birşey yapamaz.
Emin ol'un ALLAH'tan başka kimseden korkumuz yoktur. Ama bahsettiğiniz hoca efendi ve müritlerinin emin olun ki ALLAH korkusu bile yoktur...
6-şununla evlenin şunu giyin bunu yiyin de demez.
herkes gibi o da sadece Allah ın bir kulu.
Bu lafları ülkemizde dinleyecek o kadar çok eğitimsiz insan var ki aklınız bile almaz.
7-belki de tek suçu insanları doğru yola iletebilecek birşeyler yapmak galiba..
Doğru yol mu? Ben çok fazla HAcılık mertebesine ermiş insan dinledim, Anne annem den tutun bir çok secdiğim kimseye kadar, bir iyilik yapın asıl onlardan öğrenin dini'nizi asıl doğru yol onlardadır.
Tarikatçılık asla doğru bir yol değildir...
8-bu atılan iftiralar da bunun sonucu.
çamur at izi kalsın işte..
Demekki anlatılanlar içerisinde o kadar çok gerçeklik payı varki çıkış bu kadar fazla olmuş. Bir ülkede din ve devlet işleri karışmış buna halk alet olmuş çenesini kapmış susmuşsa o ülke zaten bitmiş demektir.
Tıpkı günüzüm Türkiye gibi.
Yakın şeriatınız hayırlı olsun...
Şu kısmı iyi okuyun derim birde konu içerisinde...
Halen 'hizmette' aktif olan ve son
derece de teslimiyetçi bir
arkadaşım bir seferinde şunları söylemişti, ben de yanlışı o zaman
fark etmiştim: 'ne bu Hocaefendi, Hocaefendi ya... Allah var,
Peygamber var Hocaefendi ne ya'
Hocaefendi, Hocaefendi, Hocaefendi...
'Hocaefendi ne diyor bu konuda, Hocaefendi'nin çok mühim tespitleri
var bu konuda, Hocaefendi bugün ne diyor, Hocaefendi'nin dediklerini
artık herkul.org sitesinden günü gününe takip edebileceğiz
arkadaşlar, Hocaefendi çok ciddi uyarıyor,
Hocaefendi çok mübarek, Hocaefendi bizzat ilgilenmiş,
Hocaefendi adını bizzat kendi koymuş, Hocaefendi derhal yapılsın
istemiş, Hocaefendi, arkadaşlar dikkatli olsun demiş, Hocaefendi,
arkadaşlar artık evlensin demiş, Hocaefendi, çocuk yapın demiş,
Hocaefendi, İŞHAD'ı güçl endirin demiş, Hocaefendi, gazete tirajının
bu haliyle karşıma çıkmayın demiş, Hocaefendi başı açık 'ablalar' la
da evlenilsin istemiş, Hocaefendi, bir dua etmiş maçın ikinci yarısı
Galatasaray iki gol atarak Real Madrid'i devirmiş, Hocaefendi, Allah
depremde İkitelli Medyası'nı 'çiftetelli' gibi sallardı ama içlerinde
mübarek gazeteler de var demiş, Hocaefendi üzülmüş, Hocaefendi çok
kederlenmiş, Hocaefendi hastalanmış, Hocaefendi, Asya Finans Kredi
Kartı alın demiş; Ulusal Televizyon ihalesi yapılacağı gün Asya
Finans'ın kasasında o kadar para yokmuş, para lazımmış, Hocaefendi
şunu demiş, Hocaefendi bunu demiş...
cimbakuka önce senin yazmanı bekledim sn. defneye; ne de olsa blog senin yazıyı yayına veren sensin. ama müsadenle iki çift laf etmek istiyorum...
yazı bir şakirtin anlattıkları artık birey olmayı seçmiş, seçmeyee çabalayan... İletişim dersleri verdiğimde dönemde bir grup öğrencim derse gelmemeye başladı, kızlı erkekli bir grup 5-6 kişi... içlerinden benimle iletişime daha kolay geçenlerden birini bir gün yolda gördüm neler oluyor dedim, kaçarak uzaklaştı benden. Bir sonraki gün sabah erkenden odama geldi gizli saklı ve ağlamaklı... Bütün gece uyumamış beni üzdüğü için. İlk lafı "KURTARIN BENİ" oldu. kapadım hemen kapıyı, ağlamaya başladı. İçine saplandığı bu durumdan ki anlattıkları hemen hemen aynıydı, kelimelerine, tanımlamalarına, betimlemelerine kadar, kurtulmak istiyordu. Farkındaydı. Farkında olduğu için, karşı çıktığı için yapılanları anlattı. Korkuyorum dedi, kardeşime bir şey yaparlar diye. Konuştuk o gün tüm gün.
Derslerime gelmeme sebebini de söyledi o gün:
"Siz bize farklı fikirlerinizi aşılayıp, zehirliyorsunuz ya bizi, erkek kadın ilişkileri anlatıyor, ÖNCE İNSAN OLUN diyorsunuz ya, derslerde köşe yazarlarını okutup tartıştırtıyorsunuz ya hayata dair, yasakladılar bize, gelmez kızlar artık, gelemez dersinize, gerekirse kalacaklar okulu uzatacaklar. YASAK. Siz koministmişsiniz. Siz ülkeye zarar vermek istiyormuşsunuz. Siz ülkeyi bölmek için yetişrilmişmişsiniz."
Gelmediler de gerçekten bir daha derse, bir tek o geldi.
Değişmek istiyordu, yalanlardan kurtulmak... Ne ailesinden destek buldu ne arkadaşlarından...
Tehditler aldı, dışlandı, Yardımları kesildi. Ailesinin yanına dönünce de direnci kırıldı. Kardeşini göstermediler ona. Annesi onu ailesine gelen yardımın kesilmesinin baş suçlusu olduğunu söyledi. Hocaefendinin onlara yaptığı iyiliğin karşılığı bu olamazdı. Onlara fark ettiklerini her anlatmaya çalıştığında, nasıl abilerle "hayatı öğrendiklerini" anlatmaya her çalıştığında dayak yedi. Annesi hocaefendinin öğretisinin tek olduğunu Allah adıyla konuştuğunu söyledi.
Sn. Defne,
Ne sizi tanırım ne de aslen kim olduğunuzu bilirim.
Yukarıda anlattığım örnek Türkiye'dendi. Sonra yurtdışına gittim. Orada da benzer gerçekle karşılaştım. GERÇEK diyorum okuduğunuz üzere... Bunlar HİKAYE değil, birilerinin uydurduğu. Allah adına yapılacağını kula bırakmışsa, araya başka kullar sokmamışsa, ne gerek var HOCAEFENDİLERE söylermisiniz?
HOCAEFENDİNİN söylemleri ortada. Ona daha önce inanmış, o yolda ilerlerken beyni, yüreği, bedeni Allah'a ait birey, silkelenmiş ve kendine gelmiş ve bu GERÇEĞİ anlatarak yıkanmış beyinlerin de birey olarak beyni, yüreği ve bedeni ile tekrar bakmasını istemiş.
Sabah ezanı okunuyor, ben nedense sabah ezanını daha bir farklı severek dinlerim. Ezan okuyan bir arkadaşım makamı farklıdır dedi. Bilmem anlamam öyle makamdan falan... Yarın sabah bir dah dinlemeni öneririm sabah ezanını. HOCAEFENDİNİN söylediklerinden çok daha güzel şeyler söylüyor bence...
ÇOK ZOR OLMAMALI İÇİNDE BULUNULAN DURUMU ANALİZ ETMEK ASLINDA. TABİ BEYİN YIKANMAMIŞSA...GÖRMEK İÇİN, ANLAMAK GEREK, YAPILANI FARK ETMEK İÇİN GÖRMEK GEREK. GÖRMEK İÇİN GÖZLERDEKİ PERDELERİ KALDIRMAK, ALTINDAKİ ÇAMURLARI TEMİZLEMEK GEREK...BEYİN YIKANINCA ZOR AMA İÇİNİ DİNLEYİNCE KOLAY BENCE... İÇİNİZ DİNLE ALLAH HER İNSANA BİREYSEL OLARAK İNANMA ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VERMİŞ. NEYE İNANMAK İSTİYORSUN ALLAH'A MI HOCAEFENDİYE Mİ? SEN SEÇ
Dip Not: Derse gelmeyenlerden biri, 1 hafta 10 gün sonra yanıma geldi. Dersinize gelemiyorum ama x'den her gün dinliyorum konuştuklarınızı, siz bana başı açık birinin de vicdanı olduğunu öğrettiniz demişti. Ben çok düşünmüştüm bunun üzerine.
VİCDAN en önemsediğim meseledir hayatımda. Allah'la aramdaki en kuvvetli bağın o olduğunu bilirim. Başka bağa da ihtiyaç duymam. Bu yazıyı yazmasaydım vicdanım rahat etmeyecekti. Etmezdi...Huzuruna çıktığımda ki hepimiz çıkacağız bir gün, başım dik durmak isterim. DİMDİK...
Söylemeyi unutmuşum cimbakuka, yazdığın her satırın altına imzamı atarım...
@ Evren
İnsanlara bu zamana kadar o kadar çok hikaye anlatılmış ki, artık duydukları, bildikleri, gerçek olan şeyleri bile "HİKAYE" zannetmeye başlamışlar...
Senin dinlediğin aynı, benim bildiğim aynı, yazılan çizilenler aynı bunca kanıt varken hala "yok öyle birşey" denmesi sadece komiktir.
Bu hala ve hala Hocaefendi savunmasıdır, normaldir de. O onların hocaefendisi, o onların yardım meleği, o onların herşeyi. Haşa bir üfürürse evleri duman olur, dinsiz kitapsız kalırlar onlara göre.
ALLAH varken, Peygamber varken, Kuran-ı Kerim heryerde bulunurken, Hocaefendi ve müritleri ne demektir arkadaş, tarikat ne demektir? Genç beyinleri din ile ALLAH korkusu ile tehdit etmek nedir.
Kemal dedikleri Atatürk bugün olmasaydı hepsinin adı ya konstantin yada başka birşey olacaktı belki de müslüman bile olamayacaklardı. O savaşlar'ın o dökülen kanlar'ın iman gücüyle, secdeyle, duayla kazanıldığını çok çabuk unutmaktadırlar.
Eğer eğitim olmasaydı,, kitaplar ve özgürlük gelmeseydi, bunca işin içine nasıl girerlerdi, girebilirlerdi hiç düşünmezler.
Bu kişilerin Ata'larının kemikleri sızım sızım sızlamaktadır ama onlar için en başta Hocaefendilerinin "sızıntı" sı önemlidir...
Yazıyı sakin bir zamanda okumak için bir kenara not almıştım. Ancak şimdi oturup okuyabildim. Yorumları da tabii.
Anlatılanları farketmek çok zor değil aslında. Nedense görmezden geliniyor.
Yazık cehaletle yönetilen bu ülkeye. Yazık sahip çıkılmak için yitirilen canlara. Ne hale getirildi. Uçuruma doğru hızla gidiyoruz.
Yazıyı Parpali gönderdi bana.İş güç arasında okudum.Boş bir zamanımda daha dikkatli okuyacağım.
Okurken "Girdap" filmi aklıma geldi.O filmde de gençlerin beyinlerinin nasıl yıkandığı,nasıl bir pisliğin içine çekildiği anlatılıyor.
Defne hanım kendiniz diyorsunuz o da allahın bir kulu.Peki neden bu kadar el üstünde tutuyorsunuz o şahısı? Din adına bir şeyler yapıyor madem peki Amerika'da ne işi var.Irak'ta binlerce müslümanın ölümüne sebep olan bir ülkede neden yaşıyor? Ayrıca sizin aklınız yokmu ki dini öğrenmek adına bu kişilerden medet umuyorsunuz.Kuran boşuna yazılmamış dimi.Okuyup öğrenin diye gönderilmiş.Lütfen biraz aklınızı kullanın.Bu tarz insanlara alet olmayın.Dini alet edip saf insanları kendi işleri için kullanıyorlar.Biraz sorgulayın artık.Hocaefendiymiş hey yarabbim ya.Modern din tüccarı dense daha yerinde olur.Sayın Cimbakuka umarım arkadaşınız gibi herkes uykudan uyanır...
Defne hanım buna benzer bir çıkışı diğer post'um olan Deniz Feneri Davası'nda da yapmıştı. Gerçek kişiliğini bilmemekle beraber sanal da olsa yazdıklarına cevap vermem gerektiğini düşündüm doğruda yaptım.
Defne'ye şunu demek isterim bu ülke uzun zamandan beri müslümanlığı benimsemiş islam devlet'i olarak bilinmekte hem içeride hem dışarıda. Bahsedilen Kemal aga dediğiniz insan bugün olacakları o gün görmüş ve din devlet işlerinin karışması bir ülkenin sonu olur demiş, sorarım bu yüzdenmi kendisini komnist ilan ediyorsunuz? Çanakkale savaşına girmeden önce binlerce kişiyle en önde saf tutmuş birisimi sizin gözünüzde komunist? İnsanları doğruyu öğreten, ahlak, laiklik, cumhuriyeti getiren birisimi?
Bugün bu internetten yararlanıyor, sosyal platformlardan yararlanıyorsanız rahat rahat yürüyor, Türkçe konuşuyor ve bir bağımsızlığınız var ise buna şükretmeniz için hoca efendinize değil daha geçmişe dönmeniz gerekmektedir.
Karşıyım yada değilim meselesi olmasa da türban sorarım size, din'e mi hizmet etmektedir, yoksa bazı kısımların sembol'ümü olmaktadır? Bir insan'ın iç düşüncesi farklıysa başını bağlamış olmasımı o'nu müslüman yapar? bu yüzden mi bütün açık insanlar sizin gözünüzde birer dinsiz komunist veya fahişedir?
Sizi temsil etmiyor gerçekleri görüyor diyemi?
Uykunuzdan uyandığınızda bu ülke çoktan elinizden gitmiş olacak, işte o gün sizler ne demek istediğimizi anlayacaksınız.
Parpali ve Gülüş sizlere de bilgileriniz ve görüşünüz için teşekkür ediyorum sağolun arkadaşlar.
Bu türden iddiaları daha önce de çokça okuduk, duyduk; bu tür iddiaların direkt bir muhatabı olmadığı gibi, hukuki geçerliliği bakımından da incelenmeye değer bulunmadığı defalarca sübût buldu..
“Her türlü parti ve patırtının” üstünde olan biri olarak; Evren’in dediği gibi, “vicdan”ımı rahatlatmak için yazıyorum ben de.. En çok da, adalet duygumun incinmesine bir merhem olarak görüyorum bu ifadelerimi:
Cuma namazlarına düzenli olarak giderdim ben de. Babası (Dedem) köy ağası olan dayım çoğu zamanını nezarethanelerde geçiren bir solcu/devrimci, babası (Dedem) demiryolu işçisi olan amcam ise mahpus bir ülkücü idi o dönemlerde.. İkisi de alabildiğine imanlı, olabildiğine aksiyoner idi davalarının yolunda.. Amcam –bana özel olarak- hapishaneden yolladığı destansı mektuplarla ismimin nereden geldiğini anlatır, dayım ise Deniz Gezmiş’i örnek almam gerektiğini söyler, bana kitaplar verirdi okumam için..
“Kafalanmaya çalışılan” bir birey olarak, yaptıklarına ve adamlıklarına her zaman hayran olduğum amcam ve dayımın anlattıklarını dinler ve okur, çokça sorular soraradım, ve bir yol çizmeye çalışırdım kendime.. İsmimle müsemma "vatansever bir Ülkücü" olmak mı , yoksa haksızlıklara karşı gelen "yurtsever bir Devrimci" olmak mı? Bu ikisi arasında yaptığım nihai seçim, hiçbir mantıklı temele dayanmadan ve tamamen çevre etkisiyle, Ülkücü olmaktı.. Devrimci olsaydım da, hiçbir mantıklı temele dayanmayacaktım zaten, bugün anlıyorum..
Çünkü –bana göre- ideolojiler; mantıklı temeller üzerinde yükselen kutsal kavramlar değil, büyük ekseriyetle duygusal ve çevresel (Sosyal, psikolojik, ekonomik vs.) etkilerle oluşturulup, mantık temelleri sonradan atılan birer karton anlayıştır.. Şu anda “her türlü parti ve patırtının” üstünde olmaklığım da bu inancımdan geliyor olabilir..
Ben de ortaokulda tanıştım, “ağabey”lerle.. Ve kuzenim, ilk ağabeyimdi.. Her dönemde derslerinde çok başarılı bir öğrenci olarak, tek hedefim Fen Liseleri’ne girebilmekti. Her şey, ilde bulunan bir dersanenin (Hocaefendi cemaatine aitti) seviye tespit sınavında iyi bir derece almamla başladı.. Dersanede burslu okuma hakkı elde etmiş, nispeten daha başarılı öğrencilerin öğrenim gördüğü bir sınıfa alınmıştım.. Evlere ilk gidişim de bu dönemde başlar zaten..
Şu ana kadar, mezkur cemaatin içinde yetişmiş, kalmış, bir şekilde bağı olmuş ya da hâlen tam içinde olan belki de binlerce kişi tanıdım, tanıyorum; ve tüm vicdanım/samimiyetimle, sadece Hakk’ı ve adaleti tutan tarafgirliğimle söylüyorum ki, yazıda bahsi geçen ve aşağıda sıraladığım konulara bir gün olsun şahit olmadım ve duymadım..
AĞABEYİMİZİN DEDİKLERİ ANA-BABAMIZDAN ÖNEMLİYDİ.
Bu tür bir yargıyı genele teşmil etmek çok insafsızca bir hareket olur, o türden bir itaat anlayışı olanlar elbette vardır, olacaktır; ama, cemaat içindeki ortak akılda, bu tür bir anlayış asla baskın ya da etkili olmamıştır.. İnsanî, dinî ya da sosyal saîklerle dahi, bu tür bir anlayışın ne kadar yanlış olduğunu cemaat içinde yer alan herkes çok iyi bilir. Ana-baba sevgisiyle ilgili yüzlerce nasihat, vaaz ya da sohbete şahitlik etmişimdir.. Ana-baba sevgisi duymak için vaaz dinlemeye bile gerek yokken, ana-baba sevgisi konusundaki oldukça yoğun bu tür bir yönlendirmenin, ne manâya geldiği, yukarıdaki insafsız değerlendirmeyi boşa çıkarıyor olsa gerek..
HİÇ MÜZİK DİNLEMEZDİK, KOLA İÇMEZDİK VE HEP KUMAŞ PANTOLON GİYERDİK. KIZ ARKADAŞIMIZ ASLA OLMAZDI, OKULDA YÜZLERİNE BİLE BAKMAZDIK.
Çok iyi hatırlarım; müzik de dinlerdik, kola da içerdik o dönemlerde (Şimdi de içiyor ve dinliyorlar); dersanenin kantininde kola satılıp, müzik çalıyor olması dahi, bu toptancı yaklaşımın abartısını ortaya koyabilir.
Kumaş pantolon bahsi ise, tamamen doğru; pantolon dışına bırakılmış beyaz gömlek, yeşile çalan kumaş pantolon giymiş ve gömlek cebinde bir cevşen ya da misvak bulunan bir “ağabey” profili üzerinden az espri yapılmamıştır evlerde. Sanırım bol kumaş pantolon, -vücut hatlarını belli etmemesi açısından-takva ile ilgili bir kaygının yansımasıydı o dönemde.. Ama beyaz gömleğin pantolon dışına bırakılması, beni de hâla düşündürür; zannedersem, kişisel tercihler söz konusu burada.. Yoksa, “haftanın rüküşü” seçilmek, her “bölge ağabey”i için kaçınılmaz bir son olurdu..
Kızlara bakmamak da yine takva ile ilgili kaygıların bir sonucudur diye düşünüyorum; ya da genel kabul görmüş Türk örf ve âdabının nispeten radikal bir yansıması olabilir, bu konuda kimsenin içini bilemem/bilemeyiz..
ATATÜRK İLE İLGİLİ BENZETMELER:
Çok insafsızca ve alabildiğine yalan.. Bu tür benzetmelerin, bir tanesine dahi şahit olmadım, hiçbir müntesibin bu türden sayılabilecek bir imâsını dahi duymadım.. Türk’ün kahraman kumandanlarından birine bu türden sıfatlar yakıştıracak tek bir kişinin bile cemaatte barınması mümkün değildir, bunu tüm samimiyetimle ifade edebilirim.. Olsa olsa kişisel değerlendirme sayılabilecek bu tür haince yakıştırmaların, hainlere özgü şekilde cezalandırılacağını da herkes adı gibi bilir ve türden bir hareket içine, alenî olarak girmek oldukça mantıksızdır. Bu sebeple, bu tür bir ithamın tamamen abartılı ve genele teşmil edilmiş bir iftira olduğu her bakımdan açık değil mi?
SOLCUNUN BİR ADI DA 'KOM' DU. KOM, 'KOMÜNİST'İN KISALTILMIŞIYDI.
Bu bahis daha çok Ülkü Ocakları’nda geçer; cemaat içinde komünizm, solculuk, milliyetçilik gibi kavramlarla ilgili ideolojik tartışmalar/kötülemeler hiçbir zaman yapılmaz, bu olsa olsa, iki arkadaş arasında geçen konuşmalarda duyulmuştur..
SEMTLER BÖLGELERE, BÖLGELER BÜYÜK BÖLGELERE, BÜYÜK BÖLGELER İLÇELERE, İLÇELER ŞEHİRLERE, ŞEHİRLER ÜLKEYE, ÜLKELER KITALARA, KITALAR DA EN SONUNDA HOCAEFENDİ'YE BAĞLIYDI.
Hocaefendi de Allah’a bağlıydı; her vaazında, her konuşmasında bunu açıkça söylerdi.. Her bir cemaat müntesibinin de Allah’a bağlı olmasını, yukarıdaki ifade anlatıyor.. Araya birinin girmesi olarak değerlendirmemek gerek bence bunu..
HATTA ÖYLE Kİ O MUHTEREM ZAT'A DÜNYA YETMEZ VE EVRENDE BAŞKALARI DA VARSA ORALARI DA 'HİZMET'E KATMAK İÇİN NE GEREKİYORSA YAPILMALI İDİ.
Cemaat içinde hizmetten kasıt, insanlığa hizmettir; ve insanlığa hizmet, önce kendinden başlar, ve silsileler halinde “insanlık”a kadar gider.. Dünya dışındaki somut varlıklara hizmet edilmesi ya da onların hizmete katılması gibi amaçların ütopya olduğunu her aklı başındaki insan gibi Hocaefendi de bilir. Bu tür bir sözün –ki benden hiçbir zaman böyle bir şey istenmedi, isteneni de duymadım- “motivasyon” amacıyla söylenmiş olduğunu anlamak için içerde ya da dışarıda olmaya bile gerek yok.
28 ŞUBAT SÜRECİNDE HOCAEFENDİ'NİN VİDEO VE SES KASETLERİNİ, KİTAPLARINI EVLERDEN ALARAK KENDİ EVLERİMİZDE SAKLADIK VE EVLERE ATATÜRK İLE İLGİLİ KİTAPLAR DOLDURDUK.
Atatürk ile ilgili kitapların o dönemdeki satış grafiklerine bakılarak bile, bu türden bir iddianın ne kadar insafsızca olduğu kolayca ortaya çıkarılabilir.. Değilse bile, yokluğu şüphe götürmez suçları insafsızca isnat etmeye hazır bir anlayışın hakim olduğu o dönemde bu türden “tedbir”ler almak da olağan sayılamaz mı? Nefsî müdaafa, suç değildir..
ARDINDAN ADAM BAŞINA TOPLAYACAĞI BÜYÜKBAŞ KURBANLIKLARIN SÖZÜNÜ ALMAYA VE KAYIT ETTİRMEYE BAŞLAMIŞTI. HER BİRİMİZDEN 60-70 BELKİ DE 100-120 BÜYÜKBAŞ KURBAN PARASI GETİRMEMİZİ İSTİYOR VE PAZARLIK BU RAKAMLARDAN AÇILIYORDU.
En az olan rakam baz alınarak hesaplansa bile, 60 tane büyükbaş hayvanın fiyatının ne tutacağı herkesin mâlumu.. El insaf’! Demek ki, 60 adet büyükbaş hayvan parası toplayamayanlar, aradaki farkı ceplerinden veriyorlardı.. El insaf!
HEPİMİZİN EN NEFRET ETTİĞİ YER ORDU İDİ. BİR TOPLANTIMIZDA BİR AĞABEYİMİZİN ORDU, DANIŞTAY VE DİĞER 'SOLCU' KURUMLAR İÇİN YAPTIĞI TANIMLAMA İLGİNÇTİ. AĞABEYİMİZ BU GİBİ KURUMLAR İÇİN 'ARTIK FİTNE KURUMLAŞARAK ÜZERİMİZE GELİYOR, BİZ DE BİR AN ÖNCE KURUMLAŞARAK KARŞI KOYMALIYIZ' DİYORDU.
Ne ordusundan, ne milletinden ne de devletinden nefret eden bir tek insan dahi görmedim/duymadım/tanımadım/tanımıyorum cemaat içinde.. Bu türden bir insanın değil nefret duyması, imâ yoluyla dahi bu konularda menfi söz söylemesi mümkün değildir.. Cemaat içinde yer alan hiçbir kişi, bu konularda laf söylemeyeceği gibi, laf da söyletmez.. Vatanını namusu gibi gören her bir müntesibin, namusunu koruyan ordusu hakkında, içinde bu türden iğrenç hisler beslemesine dahi imkân verilmez.. Gözlemlerimden yola çıkarak yazdığım şeyler dışında, insaf sınırlarını da aşarak atılan bu türden bir iftiraya nasıl cevap verileceğini, takdirlerinize bırakıyorum..
ÖZKÖK PAŞA'NIN GENELKURMAY BAŞKANI OLACAĞI GÜNLERİ İP İLE ÇEKİYORDUK.
Bu iddia da; atama olayının vukû bulması ve sonrasında yaşananların, iftiralara bir nebze mesnet teşkil etmesi için –bana göre- çok acemice seçilmiş bir konu.. Devlet kademelerindeki bu türden atamaları iple çeken(!) cemaatin bu beklentilerini, “cemaat karşıtı” çevrelerin önceden, kolaylıkla boşa çıkaracak hamleler yapması, işten bile değildir.. Cemaatin beklentisi gerçekleşsin diye bekleyen, en azından hiçbir şey yapmayan bir çok çevre de bu yolla töhmet altında bırakılmıyor mu?
BİZ BİR EMİR KULUYDUK VE NE DENİRSE YAPIYORDUK. ÇÜNKÜ TOPLU OLARAK CENNETE GİRECEKTİK. SORGULAMA YOKTU, KÖRÜ KÖRÜNE BAĞLANMA VE EMRİ NE KADAR ÇABUK YERİNE GETİRDİĞİNE BAĞLI OLARAK SAHTE BİR SAMİMİYET VARDI. AMA BU SAHTELİK GENELLİKLE BİZE EMİR VERENLER VE ONLARIN ÜSTÜNDEN BAŞLIYORDU. TABANI SAMİMİ VE BİR O KADAR DA CAHİL (BEYNİ ETKİSİZLEŞTİRİLMİŞ ANLAMINDA) İNSANLAR OLUŞTURUYORDU.
“Üstlerden alta kadar” bir çok tanıdığım oldu/var.. Ancak samimiyet konusunda, -kişi bazlı değerlendirmeler dışında- herhangi bir şüphe duymadım. Hepsi de alabildiğine samimi ve içtendi. Tekil bir insan dışında, “insan topluluklarının” samimiyet sorgusunun nasıl yapıldığını merak ediyorum gerçekten.. Niyet okumalarımız bizi nereye götürecek, anlayamıyorum..
HOCAEFENDİ ÇAĞIRIYOR DİYE PILIMIZI, PIRTIMIZI TOPLADIK AMERİKA'DA YAŞAMAYA GİTTİK BAZILARIMIZ. BUNA DA 'HİCRET' DENİYORDU. YOKSA HOCAEFENDİ ABD'NİN DE Mİ ÜZERİNDE BÜYÜK BİR GÜCE SAHİP Kİ BİZİMLE UĞRAŞAMIYOR?
Ve hiç kimse, rızası hilâfına gitmedi yurtdışına; hepsi de gönüllü olarak, bilerek, isteyerek, taammüden gittiler.. Zorla(narak) gidene rastlamadım hiç.. Ya da ben neden zorlanmadım diye hayıflanıyorum şimdi, belki de.. Amerika’ya gidip okumak ya da dil öğrenmek kişisel gelişim için de çok yararlı değil midir? Neden hicret olsun bu, anlamıyorum..
HOCAEFENDİ'NİN LATİF ERDOĞAN'A YAZDIRDIĞI 'KÜÇÜK DÜNYAM' ADLI KİTABINDAN EN AZ BİR KERE YAZILI SINAV OLMAMIŞ ŞAKİRT TANIMIYORUM BEN.
O kitabı okudum; biyografi türünde, tamamen nesnel bir anlatımı vardı. Hocaefendi’nin hayatını anlatan bir kitap idi, ama yazılı bir sınavdan geçirilmedim. (Ya da şakirt olarak değerlendirilmedim)
HALEN 'HİZMETTE' AKTİF OLAN VE SON DERECE DE TESLİMİYETÇİ BİR ARKADAŞIM BİR SEFERİNDE ŞUNLARI SÖYLEMİŞTİ, BEN DE YANLIŞI O ZAMAN FARK ETMİŞTİM: 'NE BU HOCAEFENDİ, HOCAEFENDİ YA... ALLAH VAR, PEYGAMBER VAR YA' HOCAEFENDİ ADINI BİZZAT KENDİ KOYMUŞ, HOCAEFENDİ DERHAL YAPILSIN İSTEMİŞ, HOCAEFENDİ, ARKADAŞLAR DİKKATLİ OLSUN DEMİŞ, HOCAEFENDİ, ARKADAŞLAR ARTIK EVLENSİN DEMİŞ, HOCAEFENDİ, ÇOCUK YAPIN DEMİŞ, HOCAEFENDİ, İŞHAD'I GÜÇL ENDİRİN DEMİŞ, HOCAEFENDİ, GAZETE TİRAJININ BU HALİYLE KARŞIMA ÇIKMAYIN DEMİŞ, HOCAEFENDİ BAŞI AÇIK 'ABLALAR' LA DA EVLENİLSİN İSTEMİŞ, HOCAEFENDİ, BİR DUA ETMİŞ MAÇIN İKİNCİ YARISI GALATASARAY İKİ GOL ATARAK REAL MADRİD'İ DEVİRMİŞ, HOCAEFENDİ, ALLAH DEPREMDE İKİTELLİ MEDYASI'NI 'ÇİFTETELLİ' GİBİ SALLARDI AMA İÇLERİNDE MÜBAREK GAZETELER DE VAR DEMİŞ, HOCAEFENDİ ÜZÜLMÜŞ, HOCAEFENDİ ÇOK KEDERLENMİŞ, HOCAEFENDİ HASTALANMIŞ, HOCAEFENDİ, ASYA FİNANS KREDİ KARTI ALIN DEMİŞ; ULUSAL TELEVİZYON İHALESİ YAPILACAĞI GÜN ASYA FİNANS'IN KASASINDA O KADAR PARA YOKMUŞ, PARA LAZIMMIŞ, HOCAEFENDİ ŞUNU DEMİŞ, HOCAEFENDİ BUNU DEMİŞ...
"İnsanın", sevdiği birinin durumunu merak etmesi normal değil mi? Söylediği sözleri, nasihat ettiği hasletlere uygun davranmaya çalışması, onun sözlerine itibar etmesi olağan değil midir?
Ve cemaat içinde yer alan herkes; Hocaefendi de dahil hiç kimsenin, Allah ya da Peygamber ile mukayese dahi edilemeyeceğini bilir.. Kandırılmış olsun, beyni yıkanmış olsun, hipnoz edilmiş olsun, aklını yitirmiş olsun; Allah’a şirk koşmanın, bir insanı Hz. Peygamber mertebesinde görmenin ne denli günah olduğunu bilir.. Diğer türlü düşüncelerin en hafifinden boş bir ahmâklık olduğunun farkındadır.. Bu kadar mı beyni yıkanmıştır bu insanların?
AKLI BAŞINDA HERKESİN DE ANLAYABİLECEĞİ GİBİ BU BİR KARŞI DEVRİM ÖRGÜTLENMESİDİR. ABD VE AB ÇIKARLARINA KOŞULSUZ HİZMET ETMEKTEDİRLER. ÖYLE Kİ SAVCILARI, KAYMAKAMLARI, VALİLERİ, EMNİYET MÜDÜRLERİ, ÖĞRETMENLERİ, DOKTORLARI, İSTİHBARATÇILARI (Kİ BU KONUYA DOYMAK BİLMEYEN BİR İŞTAHLA YANAŞMAKTADIRLAR),ASKERLERİ, MİLLETVEKİLLERİ, BAKANLARI VARDIR.
Cemaatten hiç kimsenin, bu türden bir devrim hayali olduğunu duymadım bile.. –Kişi bazlı değerlendirmeler dışında- ortak bir hareket olmak üzere, bu türden bir amacı değil duymak, hissetmedim bile.. Cemaat bir kurum değildir, bu biliniyor; savcısı, kaymakamı, valisi vs. yoktur. Cemaate sempatisi olan, gönül birliği yapmış ya da amaç birliği içinde bulunan ve bu tür görevler yapan kişilerin olması çok normaldir.. Kanunlar dışına çıkılmadıkça her türden görüşe sempati duymak, ve dahi bunu açıklamak, çok tabii bir sosyalliktir.. Değil midir?
BENCE YEGÂNE ÇÖZÜM BU ÖRGÜTÜN TÜM MALVARLIĞINA EL KONMASINDAN GEÇER.
Hatırladığım kadarıyla; Hocaefendi, direkt kendisi ile ilişkilendirilen ancak sadece sevenleri tarafından kurulan okulların, dersanelerin, yurtların tamamının devlete devredilmesi için bu insanlardan ricada bulunmaya hazır olduğunu –hukuki sonuç doğuracak bir irade açıklaması ile- ifade etmişti. Ama biliniyor ki; bu türden faaliyetlerin sadece para ve insan gücü ile sürdürülebilir kılınması imkânsız.. Gönüllülük esası ile çalışan binlerce insanın varlığı ve samimiyeti, bu tür faaliyetlerin esas lokomotifi.. Ve bu gönül(lü)ler öten beri vardı hep cemaat içinde, ve yarın da olacak muhtemelen.. Kimse için değil, inandıkları bir dava için yapıyorlar bunu, en azından ben buna inanıyorum..
Ve son söz;
Unutulmamalı ki, aidiyet duygusuyla hareket ederek intisap edilmiş her bir topluluktan olan her bir insanın o topluluğu temsil sorumluluğu mutlaka vardır, ama her kişiden bu temsil yeteneğini beklemek iyimserlik olur, zannımca.. O sebeple, kişilerden hareket ederek, kişisel hareketleri genele teşmil etmek, bizi adalet duygusundan uzaklaştırır..
Sevgili Cimbakuka; sen bir Kara Kartal’sın; “ve biliniyor ki Çarşı, her şeyden önce adaletsizliğe karşı..”
Sadece bir söylenti/iddiadan ibaret ve muhatabı “herkes” olabilecek bu tür ifadeleri, nesnel kaygılarla dahi olsa alıntılamış olman beni üzdü açıkcası..
Bu yazdıklarımı bir cevap değil, üzerimde kalan bir hakkın sahiplerine iadesi olarak değerlendirirsen(iz) memnun olurum..
Ve..
Dini “istismar” eden, kendine şahsi ikbâl sağlamak üzere dini ve dindarları kullanan herkese lanet olsun..
Davası için de olsa, hak ve adaletin dışına çıkarak hareket eden herkesi Allah ıslah etsin..
Otobüs durağında, yağmur altında belediye otobüsü bekleyen başörtülü/açık kızın yanından, hiç vicdanı sızlamadan ve utanmadan jipiyle geçen başörtülü/açık kıza da lanet olsun.
Benim için en önemli mes'ele vicdan ve hakkaniyet.. En geçerli evrensel hukuk karinesidir, suçsuzluk karinesi.. Ve maşerî vicdan en adil mahkemedir bana göre.. Suç ya da suçlu eninde sonunda orada tanımlanacaktır.. Ve tanımlanana kadar, ben bütün kalbimle inanana kadar, ithamda bulunmamayı tercih ediyorum, en azından bu beni rahatlatıyor..
-mka-
kusura bakma cimbakuka, bu sefer bekleyemedim cevabını...
herkesin vicdanı ve hakkaniyeti öğretileri doğrultusunda çalışır. doğaldır olması gerekendir.
ben ikisini debildim birini seçtim dediğin hayat, bakış açısı, vicdan, hakkaniyet arasındaki ince çizgi benim için;
> insanlık için insanı öne koymak
> insanlık için Allah'ın adını kullanmak
cümlerinde saklı... hangi cümleyi yüreğine koyacağın bir seçimdir...
soba yakar babamdan duyduğum ilk öğretidir...
bile bile sobaya ellemek Allah'ın verdiği akla ihanettir.
ben insan olmayı, insan kalmayı ve insanca yaşamayı isitoyrum bu ülkede.
iyilikler unutulmamalı hayatta
ama niyette öyle
niyet önemlidir
en az vicdan kadar unutmamak gerek...
karanlık bir seçimdir
aydınlık da öyle
yaşta değildir yaşanmışlık bilirim
kendi yaşanmışlıklarıma dönüp baktığımda
karanlık da var aydınlık da
hepsi benim seçimim
hepsini yaşamayı ben istedim
dilerim mka
aydınlık bir ülkede
aydınca
yüreğince
insanca
yaşa - yalım
Allah ile olan ilişkizde bize kalsın. İnsanı en öne koyalım. İnsanlık için önce insan gerek unutmayalım. Sonrası mı... O da Allah'la benim aramda.
Evren'cim son yazdığın yorumu gerçekten çok beğendim ne güzel özetlemişsin durumu eline sağlık.
hem yazıyı hem de yorumları okudum.herkesin kendi fikri hür iradesi , inancı, yaşadıkları var kimse kimseyi yargılayıp saldırmasın.İnanmanın ve insanlığın temeli de budur bana göre.
Son sözümde de Evren'e katılıyorum
"Allah ile olan ilişkimizde bize kalsın. İnsanı en öne koyalım. İnsanlık için önce insan gerek unutmayalım. Sonrası mı... O da Allah'la benim aramda."
Bu toplumda herkes herkesi biliyor.Suni tavırlara yapmacık gülüşlere ihtiyaç yok aslında.Sizlerle hasbihal yapacağım elimden geldiği kadar içten yazacağım hatalarım olursa kusura bakılmasın cahilliğime verilsin.Müslümanlar okusa suç okumasa suç başını örtse işte siyasi oldun v.s.Niyet okumalar isim takmalar gerici yobaz mürteci v.s.Allahın imtihan ettiği kulları insanlarda ölçüp biçiyor kendince not veriyor.Sizler bu şekilde yapmakla Allahın vazifesine karışmış olmuyormusunuz.Kendinize gelince Allah la bizim aramıza girmeyiniz diyorsunuz fakat başkalarına gelince hemen metreyi alıp manevi durumunu beyan ediyor ve diyorsunuz ki bunlar dini alet ediyorlar.Evet herkesimin her topluluğun içinde böyleleri olabilir fakat olabilir başka olmak başka nasıl tesbit edilebilirki Allahtan başka kim bilebilir ki!..Evvela böyle suçlama yapıldığında her iki tarafı da dinlemek lazım ki Adaletli hüküm verebilelim.Benim hoca cemaati ile alakam yoktur.Fakat farklı kulvarda olamama rağmen Bende yirmi senedir din cemaatleri içinde vazife almış biri olarak hiç bir talebeye zorla bir şey yaptırıldığını görmedim ve kendimde yaptırmadım.Hem namaz kılmak dahil her ne öğrendiysem kendi şahsi çabalarım vesilesi ile öğrendim.Aldım elif ba cüzünü başladım okumaya öyle başladı dindarlık hayatım.Çünkü kendi iç dünyamda sorgulamalarım hiç bitmiyordu nerden geliyorum nereye gidiyorum neciyim vazifem ne gibi suallere makul cevaplar bulamıyordum.Gece yattığım zaman uykuya giremiyordum çünkü ölünce karanlık sonsuz bir karanlık duygusu içimi kaplıyordu.Bu halde iken din benim dertlerime derman oldu.Belkide kendimi avutuyorum belkide deruni hisler, adına ne derseniz deyin.Fakat şunu bilinki böyle dini faliyet gösteren hiç bir cemaatten zarar gelmez ve devlet bütün cemaatlerden haberdardır.Şimdi sizin vicdanınıza soruyorum.Amerika ve israil silahlanmaya harcadıkları rakamlarla ifade edilmeyen milyarlarca doları eğitime harcasalardı dünya böylemi olurdu.Dünya üzerinde hakimiyet davası güden bütün ideolojiler gösterdikleri çabayı eğitime ve sağlığa gösterseydiler nasıl bir dünya olurdu.Neyse bu hamur çok su götürür dindarlardan size bir zarar gelmez rahat uyuyun.İyi uykular iyi geceler.
@nurhanali;
Din'ini bizzat kendi içerisinde, kendi mantığı ile sadece Allah için yapanlardan zarar gelmeyeceğini elbette biliyoruz.
Bizim ısrarla üzerinde durduğumuz, din'in siyasete karıştırılması, günümüzde türbran'ın baş kapama'nın üzerinden prim yapılarak oy toplanmaya çalışılması ve bu süreçte birilerinin buna yardım etmesi.
Bizlerin Allah vazifesne karışıyor olduğumuzu düşünmeniz garip, asıl bizler yapılanlar'ın ne kdar yanlış olduğunu, allah sevgisinden uzak, korkusuz bir şekilde insanların yetiştirildiğini veya tam tersi Allah ad'ı ile insanlar'ın korkutularak birşeylere zorla yönlendirildiğini anlatmaya çalışıyoruz, asıl isyanımız buna.
Amerika veya İsrail'in slahlanmaya girmesi, eğitime para harcamaması beni inanın çok ilgilendirmiyor, bu sözlerinize nazaran eğer Türkiye bugün eğitime önem verse, değil Amerika bütün dünya karşımızda duramazdı. Ama yobazlaşma ve şeriatleşme çabaları ile birlikte insanların eğitimsizliği cahilliği devreye girince bazı sonlar kaçınılmaz olmaya başladı.
Birde son olarak ısrarla cemaatler'in bu ülkenin en büyük sorunu olduğunu ne geliyorsa bunlar yüzünden geldiğini düşünenlerdenim.
Amerika'da kaçak bir kişi tarafından bu ülke yönetiliyorsa vay halimize, gerisini siz düşünün.
Birde son olarak ısrarla cemaatler'in bu ülkenin en büyük sorunu olduğunu ne geliyorsa bunlar yüzünden geldiğini düşünenlerdenim.
BEN DE...
-mka-, senın yorumunu görünce üstüne birşey demek kelam israfı olacağı için cevabını cevabım kabul ediyorum..
nurhanalinin bu yazısıda çok manidar..
''Kendinize gelince Allah la bizim aramıza girmeyiniz diyorsunuz fakat başkalarına gelince hemen metreyi alıp manevi durumunu beyan ediyor ve diyorsunuz ki bunlar dini alet ediyorlar''
by ene..
Birde son olarak ısrarla cemaatler'in bu ülkenin en büyük sorunu olduğunu ne geliyorsa bunlar yüzünden geldiğini düşünenlerdenim.
Amerika'da kaçak bir kişi tarafından bu ülke yönetiliyorsa vay halimize, gerisini siz düşünün.
O adamın burda çok güçlü elleri var, bol aslı bol papazlı...
Oradaysa ipliri var başkasını ilinde.
Bende katılıyorum bu üşüncelere...
Bence insan inancını asla tartışılmaz, tartışılırsa zaten o inanç olamaz.
Göle maya çalabiliyormusun o zaman hocasındır, başkasını tanımam.
Bu üşenmeden yazılmış uzuunca yazıda tahammül edemediğim şey..
Bediüzzaman'ın adı ile onunla tarz olarak benzerliği olmayan bir cemaatin karıştırılmış olması..!
Ne yazarsanız, neye itiraz ederseniz edin fakat şu ince ayrıntıya dikkat edin.
Başını örten birinin hatası başörtüsüne düşmanlığa, namaz kılanın hatası namaza vs. vs. düşman olmayı gerektirmez.
Yazının % 50'yle hem fikirim.
Sakat tarzlarla kurulup ortalıkta boy gösteren cemaatlerin de din namına dolaşıyorlar diye "herşeyiyle" savunulması da ayrı bir hatadır.
Bunu da yorum yazmış bir kaç yorumcuya yazdım.
Adalet ve hak savunulurken bu orta yol tutulmalıdır.
Sizin o cemaatte görüp ifade ettiğiniz şeylerin bir çoğu zaten dinen de yanlış olan şeyler.
Ne cemaat demek bu yazının ana konusu olanlardır, ne de tenkid edilen bazı fiiller tenkide layıktır.
Uyanık olup kimse tarafından kullanılmamak gerektiğini zaten basiteri olanlar da anlar.
Sanmıyorum ki burda onları "herşeyiyle" savunanlar da onlardan şüphe içinde olmasınlar.
Müslümanlığa yakışan doğruluğu yaşadığımız anda bu yamukluklar bitecektir.
Unutulmamalı ki, aidiyet duygusuyla hareket ederek intisap edilmiş her bir topluluktan olan her bir insanın o topluluğu temsil sorumluluğu mutlaka vardır, ama her kişiden bu temsil yeteneğini beklemek iyimserlik olur, zannımca.. O sebeple, kişilerden hareket ederek, kişisel hareketleri genele teşmil etmek, bizi adalet duygusundan uzaklaştırır..
yaziyi ve diger yorumlari okudum. ustte alintiladigim kisim ise bir yorumcunun yorumundan aldım. bence bu parragraf herseyi anlatiyor.kisilerin yaptiklari topluluklara maledilemez. cok guzel.
ama o sayın yorumcuya sunuda sormak istiyorum.yazdiklarinin cogusu dogru belki.tesekkurler sana,dogru ve helal sut emmis birisin belliki.ama cemaatin icinde bende uzun zamandan beridir varım ve hala mücadele ediyorum bazı yanlislarla. cemaatin ileri gelenlerinin yakınlarina,kizlarina,oğlanlarina bak bir yakından.eger sende kaldiysan cemaatte sende bilirsin bunlari eminim.hiçbiri cogu namaz bile kilmaz, bazisi barlarda gezer,baba parasiyla amerikalarda okur, ozel universitelerden fatih üniversitesinden beleş diploma alir, askere kısa dönem gitmek için, bedelli yapar,en lüks lokantalarda yer,bmw lere mercedeslere biner,yurtdisinda tatiller yapar, plajlarda sere serpe keyfine bakar, turkiyede hemen kimlik değistirir, kızsa basini orter.sonra gelirler o fakir cocuklarına caka satarlar,burslarını veriyor cunku babalari.eger burs alan bir kiz bir kafede oturursa hemen ikaz edilir, aldigi bursu haram ederler vss.ama o burs verenin oglu yada kizi oturursa, vur patlasın cal oynasın yaparsa cemaat abileri ablalari onlari gormezden gelir.cunku onlarin babalari burs veriyor.bir adamin yanlisi olursa hemen kac burs verdigine bakarlar, burs coksa o yanlisini gormezler,artik cemaat bir sirket oldu eskiden zengin pici diye kötüledigimiz kapitalistlerden daha kotu isler yapan cocuklarinin yaptigi hatalari hep gormezden gelirler.hocaefendi baska ama,oda bu tur kisilerden rahatsiz ve her namazinda beddua eder bunlara,insallah beddualari tutar.cemaati kullanarak kendine kimlik,zenginlik,fors saglayan kisilerin ALLAH belasini versin........göründügü gibi olmayıp, oldugu gibi gorunmeyen kisilerin ALLAH belasini versin. son sozum de budur.cemaat baska hocafendi baska artik. ALLAH cemaati yeni generasyon mütevellilerden(bunu cemaat icinde kalanlar anlar) korusun.amin.
Yorum Gönder